Enflasyonun gizli suçlusu mu? Tedarikçi ve perakendeci arası denge-sizlik tüketiciyi vuruyor
ERCÜMENT TUNÇALP / İktisatçı-Perakende uzmanı
Perakendecinin finansal performansının artırılması için tedarikçinin desteği şarttır. Ancak ölçünün kaçtığı ve lastiğin patladığı yer de burasıdır. Bazı tedarikçilerin maliyetini bazı perakendecilerin de kârını artıran bu durum, enflasyona yaptığı katkı ile de tüketici tarafında mağduriyet yaratmaktadır.
Elbette et ve meyve-sebze gibi markasız ürünlerden bahsetmiyorum… Bunlarda kalite ve fiyat beğenildiyse üreticisi veya tedarikçisi fark etmez, market tezgahına girer. Diğer kategorilerde ise marka her şeydir ve piyasada çok sayıda marka, az sayıda büyük perakendeci bulunmaktadır. Ve de rafta yer alacak marka sayısı sınırlıdır. İşte bu durum perakendeciyi güçlü kılmaktadır.
Bazı tedarikçiler aynı zamanda üretici de olduklarından birlikte anmak uygun olacaktır. Halk arasında satıcı da tedarikçi ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Örneğin bir gıda toptancısı, satıcı kimliği ile perakendecilere bütün kategorilerde mallar satabilir. Bu malları tüketiciye satan ise perakendecidir. Distribütör tedarik zincirinde en kritik rolü üstlenen bir satıcıdır. Ana görevi üreticinin ürünlerini tüketiciye ulaştırmaktır. Ancak ürünü perakendeciye teslim edince işi bitmez. Satış noktaları ile iletişimi iyi sürdürmek; bu suretle rafta devamlılığı sağlamak, tarihi geçmiş veya ambalajı bozulmuş ürünleri geri almak ve ticareti olumlu yönde etkileyecek her konuda zamanında devreye girmek ana görevleridir. Başarılı distribütör, üretici tarafına da perakendeci tarafına da hatta oluşturacağı hizmet kalitesi ile tüketici tarafına da güven vermek zorundadır.
Kavram kargaşasını gidermek ve bir çerçeve çizmek üzere böyle bir girişi uygun buldum. Bahse konu ettiğim ürünlerin markalı ve ambalaj içindeki çeşitleri kapsadığının bir defa daha altını çizmeliyim.
Bizim coğrafyaya özel…
Uygulamada perakendeci hep isteyen taraftır. Elbette bir yere kadar da görev tanımı bunu gerektirir. Ancak ilerleyen satırlarda bu ilişkinin bizim coğrafyaya özel olarak, nasıl istismara uğradığından da bahsedeceğim.
Altını çizmem gereken bir başka husus; büyük perakendecilerin tedarikçi üzerinde kurduğu baskının küçük ölçekli yerel perakendeciler için geçerli olmadığı ve bunun için de önemli bir haksız rekabet oluşturduğudur.
Perakendeci açısından tedarikçi performansının ölçülmesi ilk adımdır. Bunun iki boyutu vardır. Birincisi operasyonel performans; yani ulaşılabilirlik, istenilen zamanda ve istenilen miktarda teslimat, kolay iade, lojistik sorunların hızlı çözülmesi gibi fiziksel kısmı oluşturmaktadır. İkincisi ise ilişkinin performansıdır. Özellikle tüketiciye yansıyacak hizmet kalitesini artıran, yok satmayı önleyen ama minimum stokla çalışmayı da mümkün kılan, finansal verimliliği artıran planlara ağırlık verilmesi kuraldır.
Evet, perakendecinin finansal performansının artırılması için tedarikçinin desteği şarttır. Ancak ölçünün kaçtığı ve lastiğin patladığı yer de burasıdır.
Ülkemizde tedarikçi tarafı bu görevi ne kadar iyi yerine getirse de perakendecinin hep daha fazlasını talep etmesi, hatta bazı güçlü perakendeciler tarafından ödeme vadesinin iyice esnetilmesi, sadece tedarikçinin nakit akışını bozmakla kalmaz, haksız rekabete de yol açar. Oysa iş ortaklığı “kazan-kazan” prensibine dayalı ve iki tarafın lehine gelişecek bir çalışmayı gerektirir.
Tedarikçinin en önemli hedefi raf fiyatlarında istikrarın sağlanmasıdır. Eminim ki, tedarikçi enerjisini en fazla bu konu için harcamakta ve hatta zaman zaman bazı ürün ambalajları üzerindeki etikete tavsiye edilen perakende fiyatını yazmak istemektedir. Küçük esnafın ve yerel perakendecinin kabul ettiği bu uygulama, güçlü perakendecilerin itirazı ile karşılanmaktadır. Dolayısıyla onlara etiketsiz ambalaj gitmektedir. Son zamanlarda az rastlanır olması, hiç uygulanmadığı anlamına gelmez.
Ancak güçlü perakendeci kendisine yetecek yüksek kâr marjına göre fiyatı oluşturduktan sonra düşük seviyede kalan yerel perakendecinin fiyatına da dolaylı olarak müdahale etmektedir. Üstelik tedarikçiye verdikleri görev, o fiyatların da kendi fiyat seviyelerine çekilmesidir.
İki defa kayıp
Tedarikçi bu durumda iki defa kayıptadır. Birincisi fiyat seviyelerinin aşırı yükselmesi, rakiplere karşı satış ve pay kaybı demektir. İkincisi ise bu istek yerine getirilmediği durumda fark faturası (perakendecinin satış hacmi ile orantılı) ile muhatap kalma ihtimalinin oluşmasıdır. Bu durumla karşılaşan tedarikçinin şikayetçi olması veya bunu seslendirmesi mümkün değildir. Yeterince güçlü bir markaya sahip değilse sistemin dışında kalma riski vardır.
Burada küçük işletmeleri koruyan esas düzenlemeler 6585 sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da yer almaktadır. Bunun işletilmesi gerekir. Kaldı ki, serbest piyasa ekonomisi gerçek veya tüzel kişilere ekonomik alanda sınırsız bir özgürlük alanı vermemektedir. Rekabet hukukuna dair hükümler, serbest piyasa ekonomisinin çerçevesini belirler niteliktedir.
Stok yönetiminde başarı ile başarısızlık arasında ince bir çizgi vardır. Tedarik süresi uzadığı takdirde (tedarikçiden veya perakendeci ana deposundan) yok satmalar başlar. Nitekim son zamanlarda ülkenin güçlü süpermarket zincirleri arasında rafta bulunmayan ürünlerin sayısı çoğalmıştır. Tedarikçiden bu konuda destek görmemelerinin de sebebi vardır. Zira satıştan ödeme sisteminde stok yükü tedarikçiye aittir. Ve stok yükünün ağırlaşması ile satış kaybı yaşanması arasında tedarikçi, ikincisini tercih etmektedir. Bunun tersi perakendeci satış kaybetmesin diye tedarikçinin daha fazla stok maliyeti üstlenmesidir ki; yapılan ticaret herkesin öncelikle kendi kayıplarının azaltılmasına yoğunlaşmasını gerektirir, karşı tarafın kayıplarına değil…
Rafa girmek ve rafta kalmak
Sonuç olarak; tedarikçi hep kalecidir. Bazen geç tahsilattan bozulan nakit akışı ve perakendeciye kullandırdığı faizsiz kredi ile bazen de üstlendiği stok yükü ile golü hep kendi kalesinde görür. Rafa girmek ve rafta kalmak için yapılan maddi fedakarlık ise hep bir yarış içinde olmayı ve bonkörlüğün seviyesini sürekli artırmayı gerektirmektedir. Yani bunun sonu yoktur…
Küresel şartlar daha farklıdır. “Ne kadar ekmek o kadar köfte” esaslı, altyapısında matematik bulunan ve denge içinde yürütülen ilişkilerde bir tarafta sürekli kazanan diğer tarafta kaybını önceden kestiremeyen iş ortaklığını önleyen hassas bir terazi vardır. Bizde ise bu terazi bulunmadığı gibi dengeyi sağlayacak bir başka denetim mekanizması da işletilememektedir. Dolayısıyla bazı tedarikçilerin maliyetini, bazı perakendecilerin de kârını artıran bu durum, enflasyona yaptığı katkı ile de tüketici tarafında mağduriyet yaratmaktadır.
Elbette fırsatçılığı sürekli kollayan ticari tarafların, yukardaki konu ile ilgisi yoktur. O işin uç noktasıdır. Ancak böyle bir derdimizin de varlığını ve enflasyona katkısını hiç unutmamalıyız.