Gayrimenkul piyasasında kopan linklerin tekrar kurulması gerek
Bütçe harcamalarına para yetmiyor. Ocak- Ağustos arasındaki dokuz aylık dönemde birikimli kamunun harcama miktarı neredeyse 9 trilyon TL’ye ulaştı. Aynı dönemde gelirler ise 7,5 trilyon TL civarında kaldı. Diğer bir deyişle 1 trilyon TL açığımız var. Bunun ilerleyen günlerde daha da artacağı bekleniyor. Açığın ise daha çok vergi gelirleri toplanarak kapanması düşünülüyor.
Kamunun bu harcama iştahını karşılamak için büyük miktarlarda gelire ihtiyacı var. Büyük ölçüde özel kesim ve hanehalklarının kendi harcamalarından fedakârlık etmeleri gerekecek. Tabi bu noktada bahsi geçen “fedakârlıkların” ne için yapıldığının sorgulanmaya başlaması yerinde olur.
Zaten dokuz aylık dönemdeki bütçe açığının kontrol edilmesinde vergi gelirlerindeki artışların rolü büyük. Maliye Bakanlığı vergi sisteminde reform yapacağız diye diye, ancak vergi oranlarını arttırabildi. Gerçek reformların yapılması ise bir başka bahara kaldı.
Artırılan vergilerden biri de emlak vergileri oldu. Kamuoyu tüm yaz boyunca bu vergilerdeki “fahiş” artışları tartıştı durdu.
İdare öncelikle uzun yıllardır gayrimenkul edinimlerdeki rayiç bellerin güncellenmesi ve “gerçek” bedellerin dikkate alınarak ödenecek vergilerin tahakkuk edilmesini hedefledi. Daha önceleri, özellikle alım satımında tapu işlemleri yapılırken, konutların gerçek değerinin altında beyan edilmesi yaygın bir uygulamaydı.
Ancak gayrimenkul sektöründe son yıllarda yaşanan gelişmeler gayrimenkullerin piyasa değerlerinde ciddi artışlara neden olurken, bu değer artışlarının vergilenmesi hiçbir şekilde gündeme getirilemedi. Bu yolla gayrimenkullerin artan değerlerin üzerinden devlet tarafından “vergilendirilmemiş” bir servet birikimi gayrimenkul sahiplerine sağlanmış oluyordu. Özellikle çok fazla gayrimenkulü olanlar bakımından bu uygulama ciddi ve bir o kadar da haksız servet birikimine yol açıyordu.
Zaten ülkemizde bu ve benzeri yollarla yapılan servet aktarımları oldukça yaygın bir uygulamadır. Ortaya çıkan haksızlığın servet sahipleri tarafından bile kabul edilmesi o kadar zordur ki… O kadar alışılmıştır ki… Elde edilen vergilendirilmemiş ek servet kamuoyunun geniş bir kesimi için bir hak olarak görülmeye başlanmıştır.
Servet bir stok, vergi ise bir akımdır
İlkesel olarak ekonomi yönetiminin yapmaya çalıştığına itiraz edebilmek mümkün değildir. Ama bugüne kadar siyasi endişeler sebebiyle yapılamayan doğru bir uygulama olmasına rağmen, ülkedeki geniş bir çoğunluğun gelirleri baskılanmışken, zamanlaması bakımından yapılması yanlıştır.
Düşünsenize…Bugün dar gelirli olarak tanımlanacak, ya da bugünkü ekonomik şartlarında orta gelirli olarak düşünebileceğimiz hanehalkları eskiden edindikleri gayrimenkullerin ya da atadan miras yoluyla geçmiş bir evin artan piyasa değeri onları ek servet sahibi olmalarına neden olmuş olabilir.
Ama bu durum onların sahip oldukları gelir akımları üzerine bir etki yapmayabilir. Diğer bir deyişle o elde ettikleri düşünülen değer artışı gayrimenkul elde çıkartılmadığı sürece, fiziki olarak gerçekleşmiş olmayacaktır. Ama o güncel değere bağlı olarak hesaplanacak olan vergi bugün bu hanehalklarının gelirlerinden yapacakları bir harcama akımına dönüşecektir.
Hele de bu insanlar emekliyse ve emekli maaşları ile bu vergileri ödeyeceklerse, emlak vergisine tabi gayrimenkul değerlerindeki artışları o düşük gelirleriyle ödeyebilmeleri iyice zorlaşacaktır.
Aynı durum orta gelirli konut sahipleri içinde geçerli. Bu insanların gelirlerinde artış oranları enflasyonun altında kalan oranlarla sınırlandırılmışken, hem vergi oranlarının artması, hem de vergiye tabi konutun rayiç değerlerinin yukarıya doğru güncellenmesi sonucunda ciddi miktarda bir parayı vergi olarak ödemek zorunda kalacaklardır.
Doğrudur… Uygulanan ekonomik politikaların sonucunda ortaya çıkan değer artışları konut sahiplerinin servetlerinin artmasına neden olmuştur. Bunun vergilenmesi gerekir.
Ekonomide kopan bağlardan biri de gayrimenkulde
Ama aynı zamanda konut edinim maliyetinin ülkedeki ortalama gelir düzeyiyle olan bağının da gözetilmesi gerekir. Maalesef bu bağ günümüz koşullarında kopmuştur.
Bence asıl sorun burada gizli. Özellikle ekonomi yönetimleri büyüme sağlamak ve kendi destekçisi olan gruplara mali kaynak aktarmak için yaptıkları uygulamalar gayrimenkul sektörünün ekonomideki konumunun değişmesine neden olmuştur. Konut bir barınma aracı olmanın ötesine geçerek, ekonomik riskleri “hedge” etmenin güzel bir yolu olan bir finansal araç olarak talep edilmeye başlanmıştır. Aynı borsada işlem gören bir hisse senedi gibi, değerinin ve bir yatırım aracı olarak talebinin artması temin edilmeye çalışılmıştır.
Elbette bu durum ülke genelindeki gayrimenkul fiyatlarını yukarıya çekmiş, ülkedeki mevcut gelir düzeyi konut edinimini zorlaştırmıştır (hatta imkânsız hale getirmiştir). Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu da kiraların artması şeklinde görülmüştür. Gayrimenkulün rayiç bedeli üzerinden alınıp-satılmasıyla, ödenecek olan vergileri barınma amaçlı konut edinen vatandaşılar için ciddi bir maliyet unsuru haline getirilmiştir.
GSYİH içindeki payı %10’lara ulaşmış gayrimenkul faaliyetlerinin ülkenin ekonomik büyümesine önemli katkıda bulunan bir sektör haline gelmesi de gayrimenkul fiyatlarındaki şişkinliğin bir nedeni olarak görülebilir.
Artık bir barınma krizine dönüşmüş olan bu sorunun çözümü için ciddi bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu kesin. Ancak tek başına bu yeterli olmayacaktır. Ülkenin neredeyse yetmiş yıldır ihmal edilen barınma sorununu giderecek yeni politikalara ihtiyacı vardır. Bu politikaların öncelikli hedefi ise gayrimenkul fiyatlarıyla ülkedeki gelir düzeyleri arasındaki dengenin tekrar kurulmasıdır. Bu yapılamadığı sürece Maliye Bakanlığının yapmayı düşündüğü gibi uygulamaların kamuoyunun muhalefetiyle karşılaşması kaçınılmazdır.