Gecikmiş bir 8 Mart yazısı

8 Mart Dünya Emekçi Kadın­lar Günü’ydü. Ben de bu ya­zıyı Türkiye’de kadın işgücünün problemlerinden bazılarına ve çözüm önerilerine ayırdım. Tüm dünyada kadınlar insan nüfusu­nun yarısını ve tüm işgücünün kabaca %40’ını oluşturuyor. Da­ha üzücü istatistiklere gelirsek eğer;

-Dünyada açlıktan en çok et­kilenenlerin %60’ını kadınlar ve kız çocukları oluşturuyor

-Türkiye’de 1.5 milyon kadın okuma yazması bilmiyor

-Her üç kadından biri haya­tı boyunca en az bir kere şiddete maruz kalıyor

-Her 25 kızdan biri çocuk ge­lin olarak evlendiriliyor.

Kabaca bir hesaplama yapacak olursak, kadın istihdam oranının erkek istihdam oranına ulaşma­sı durumunda Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’mız şimdiki değerinden %3.5 daha fazla olacaktı. 2024 yılında bu oranın altında büyü­düğümüzü hatırlatalım.Kadınla­rın işgücüne ve sosyal hayata ka­tılmasını sağlamak için önce ba­zı önyargıları yıkmak gerekiyor. Maalesef ülkemizde toplumun %60’ı, kadınların ise %54’ü “Ül­kemizde insanlar iş bulamıyor­sa çalışmak erkeklerin daha çok hakkıdır” cümlesini onayladık­larını söylüyor.

“Erkek­ler kadınlardan daha iyi yöneticidirler” cümle­sini toplumun %64’ü, kadınların ise %61’i doğru buluyor. Burada üzücü olan kadınların oranının toplumun ta­mamının oranından çok da farklılaşmadığı. Ya­ni kadınların daha baş­ta çalışmanın kendi hakları ol­madığına, kendilerinin yönetici olamayacağına dair önyargıları­nı kırmamız gerekiyor.

Bir başka önemli sorun da ka­dınların erkeklere göre ev ve ba­kım işlerine ayırdıkları zamanın çok daha fazla olması. Çalışan kadınların kelimenin tam anla­mıyla vakti yok! TÜİK Zaman Kullanımı Araştırmasına göre kadınlar ev ve bakım işlerine er­keklere göre 5 kat daha fazla va­kit harcıyor.

Erkekler ev işlerine veya çocuk/yaşlı bakımına gün­de sadece 46 dakika harcarken, bu süre kadınlarda tam 3 saat 35 dakika! Ev ve bakım işleri kadın­ların omuzlarındayken, çocuk bakımı ve yaşlı bakımı gibi işler kadınlara yüklenmişken kadın­ların kariyerlerine zaman ayır­masını beklemek çok da hakka­niyetli olmaz. Kadının ailesi ve işi arasında tercih yapmak zo­runda bırakıldığı bu toplumda her başarılı kadın bir mucizeyi gerçekleştiriyor.

Ne yapmalı?

Kuşkusuz işe “cam tavan” sendromunu yıkarak başlamalı­yız. Norveç’ten bir örnek vere­lim. Yönetim kurulunda kadın yönetici sayısı için bir kota be­lirleyen Norveç, yıllar sonra bu kotayı kaldırdığında kadın yöne­tici sayısında bir azalma olmadı­ğını görmüş.

Dolayısıyla liyakat kriterle­ri gözetilmesi koşuluyla kadın kotası koymak önyargıları kırı­cı bir etki yapabilir. Aynı coğ­rafyadan bir başka örneği de İz­landa’dan verebiliriz. Finansal krizle iflasın eşiğine gelen İz­landa’da kadın banka ve finans yöneticilerinin erkeklere oranla çok daha iyi bir risk analizi yap­tığı görülüyor. Bu durum da ban­kacılık ve finans sektöründe da­ha fazla üst düzey kadın yönetici atanmasının yolunu açıyor.

Bakım ekonomisi: Geleceğin sektörü

İkinci nokta ise kuşkusuz ba­kım ekonomisini geliştirmek. Geçen hafta bu köşede dünyanın ve Türkiye’nin yaşlanma prob­leminden bahsedip bunu nasıl fırsata çevirebileceğimizi yaz­mıştım. Bunun yolu bakım eko­nomisinden geçiyor. Burada iki önemli nokta var. Birincisi, ba­kım ekonomisini sadece yaş al­mış vatandaşlarımız için düşün­memeliyiz. Kadın işgücüne ka­tılımını arttırmak istiyorsak bu gruba çocukları da dahil etmeli­yiz.

Üstelik çocukların kreşe git­mesini sadece kadın işgücünü arttırmak için değil aynı zaman­da çocuğun sağlıklı gelişimi için istemeliyiz. Yani kadın çalışmı­yorsa bile evdeki çocuğun tele­vizyona maruz kalmasını değil, kreşte yaşıtlarıyla zaman ge­çirmesini sağlamalıyız.

Yapılan araştırmalar okul öncesi eğitim için harcanan paranın toplumsal getirisinin 7 kat olduğunu göste­riyor. Sosyal devletin yüklediği en temel sorumluluk olan fırsat eşitliğini sağlamak istiyorsak da okul öncesi eğitimi mümkün olan en erken yaşta başlatıp bu­nu herkesin erişimine açmalı­yız. Hem çocukların sağlıklı ve eşit şartlarda gelişimi için hem de kadın işgücüne katılımı art­tırmak için…

İkinci nokta ise bakım ekono­misinin yaratacağı istihdamın önemli bir bölümünün kadınlar tarafından sağlanacak olması. Yani bakım hizmeti kadının iş­gücünü katılımını iki farklı arz kanalı üzerinden sağlıyor.

Basit bir hesaplamayla eğitim ve ba­kım hizmetleri sektörüne yapı­lan harcamaları OECD seviye­sine çıkardığımızda 720 bin ye­ni iş yaratıp, bu işlerin dörtte üçünde kadınları istihdam etme fırsatımız var. Böylece yoksul­luğu da yüzde 1,5 oranında azal­tabiliriz. Bir başka deyişle, geç­mişte istihdam deposu olan dü­şük teknolojili sanayi kollarının yerini önümüzdeki dönemde ba­kım ekonomisinin, hem de ka­dın istihdamını arttırarak, alma­sı çok yüksek ve sevindirici bir olasılık.

Diğer çözümler

Kadınların işgücüne kayıt­lı olarak katılımını ve ücretleri arttırmanın başka çözümleri de var kuşkusuz. İlk önce “Eşit İşe Eşit Ücret” hakkının temel bir insan hakkı olduğunu Anayasa düzeyinde kabul edilmesini sağ­lamamız gerekiyor.

Bunun yanı sıra, Türkiye’de sayısını tam olarak kestiremedi­ğimiz ama milyonlar seviyesin­de olduğunu düşündüğümüz ev işçileri var. Bu emekçilerin ço­ğu kadın ve güvencesiz çalışıyor. İlk yapılması gereken, “Ev İşçi­leri için İnsana Yakışır İş Söz­leşmesi’ni” imzalayıp ev işçile­rini İş Kanunu kapsamına almak olacaktır. Bu sırada erkek ev iş­çileri sayısında yakın zamanda çok hızlı bir artış olursa da şaşır­mayın!

Son olarak da kadın girişim­ciliği ile ilgili bir istatistik ve­reyim. Türkiye’de yeni işleri start-up’lar yaratıyor. Girişimci­lik ekosisteminin geliştirilmesi, ekonomimizin en temel sorunu olan özel sektörün istihdam ya­ratamama problemini de çöze­cek bir potansiyele sahip. Bunun önemli bir parçası da kadın giri­şimciliğini teşvik etmekten ge­çiyor. Gelin görün ki bugün işve­renler arasında kadınların ora­nı %10’dan daha az. Yani emeğin dünyasında kadının problemi sadece emekçilerle sınırlı değil. Kadın girişimcilere de alan aç­mayan bir iş dünyası var.

Yazara Ait Diğer Yazılar