Gençler daha iyi bir geleceğin umudu

Yirmi beş yıldır üniversite­de ders veriyorum. Bugüne dek pek çok başlıkta ders anlattım; sınıflarda, ekran başında, bazen kalabalık salonlarda. Özel­likle sürdürülebilirlik üzerine ça­lışmak ve anlatmak her zaman be­nim için ayrı bir sorumluluk oldu. Fakat geçtiğimiz dönem, ilk kez bir derste anlatmaktan çok dinlediği­mi, aktarmaktan çok öğrendiğimi hissettim.

‘EnerjiSA Enerji: Daha İyi ve Sürdürülebilir Bir Gelecek’ başlık­lı bu özel ders, yalnızca kurgusu ya da başlığıyla değil; kurduğu düşün­sel ortamla beni derinden etkile­di. Bahçeşehir Üniversitesi, CIFAL İstanbul, UNITAR (Birleşmiş Mil­letler Eğitim ve Araştırma Ensti­tüsü) iş birliğinde, EnerjiSA Ener­ji’nin katkısıyla ve Daha İyi Bir Gelecek Platformu çatısı altında yürütülen bu derste sadece konu­lar değil, insanlar da yan yana geldi. Sürdürülebilirlik gibi çok katmanlı bir mesele etrafında, birbirinden çok farklı arka planlardan gelen öğ­rencilerle birlikte düşündük. On­larca ses, onlarca bakış açısı… Ve bir sınıfın içinde, her hafta büyü­yen bir ortak sorumluluk duygusu.

Daha İyi Bir Gelecek Platfor­mu’nun paydaşları olan farklı üni­versitelerden gelen akademisyen­ler, kendi alanlarında söz sahibi profesyoneller ve sivil toplum tem­silcileri bir araya geldi. Kâğıt üze­rinde birbirine rakip gibi görünen kurumlar, sektörler, disiplinler ‘re­kaberlik’ duygusu ile aynı sınıfta buluştu. Bu çoğulluk, sürdürülebi­lirliği yalnızca bir çevre meselesi olmaktan çıkarıp; enerji, toplum­sal dönüşüm, teknoloji, ekonomi gibi alanlara yayılan bir yaşamsal tartışmaya dönüştürdü.

İletişim öğrencisiyle mühendis­lik öğrencisi, psikoloji okuyanla siyaset bilimi çalışan bir araday­dı. Sadece birbirlerini dinlemekle kalmadılar; birbirlerinden öğren­diler. zKimi su tüketimini minimi­ze eden sistemler üzerinde çalışı­yordu, kimi sosyal medya kampan­yalarıyla farkındalık yaratıyordu.

Kimi ise yaşadığı şehirde mikro öl­çekte değişim yaratabilecek gönül­lü projeler tasarlıyordu. Hepsinin ortak noktası açıktı: Sadece bilgi değil, çözüm üretmek istiyorlardı.

Benim için dönüştürücü olan da tam burasıydı. Bu öğrenciler yal­nızca sürdürülebilirliği öğrenmek değil, ona katkı sunmak istiyorlar­dı. Ve bunu yaparken heyecanla­rı, kararlılıkları, birbirlerine gös­terdikleri saygı, bana yıllar sonra yeniden "Neden öğretmen oldum" sorusunu hatırlattı. Gençlere bu hevesli yolcuklarında rehberlik edebilmenin mutlululuğunu his­settim.

Bir cümlenin ardında yatan gerçeklik

Dersin son oturumunda gençler­le buluşan EnerjiSA Enerji CEO’su Murat Pınar’ın şu cümlesi ise hepi­mizde derin bir iz bıraktı:

“Sürdürülebilirlik bir moda de­ğil. Hele ki Türkiye’de hiç olamaz.”

Bu cümlede, süslü bir ifade ya da stratejik bir söylem değil; yaşanan­larla doğrudan bağ kuran bir ger­çeklik vardı. Çünkü Türkiye gibi kırılgan iklim kuşağında yer alan, su ve enerji kaynaklarında belirsiz­likler yaşayan bir ülke için sürdü­rülebilirlik artık bir seçenek değil, mecburiyet.

Ama o gün sınıfta, bu mecburi­yete boyun eğmek yerine ona kar­şı harekete geçmeye hazır genç­ler vardı. Gelecekten korkmayan, onun için sorumluluk alan bir ku­şak. Gözlerinin içi, yalnızca anlam aramakla değil, anlam yaratmakla parlıyordu.

Bu dersi verirken sınıftaki at­mosfer kadar dikkatimi çeken bir şey daha vardı: Gençlerin sürdürü­lebilirlik konusundaki duyarlılığı yalnızca bir farkındalık değil; ka­rarlı bir duruşa, bilinçli tercihlere ve somut eylemlere dönüşmüş du­rumda. Bu yalnızca benim kişisel gözlemim değil; güncel araştırma­lar da bu tabloyu destekliyor.

Deloitte’un ‘Gen Z and Millen­nial Survey’ine göre, Z kuşağının yüzde 62’si ve Y kuşağının yüzde 59’u iklim değişikliği konusun­da ciddi endişe taşıyor. Z kuşağı­nın yüzde 46’sı, çalıştığı kurumun çevresel etkileri nedeniyle iş değiş­tirdiğini ya da bunu düşündüğünü ifade ediyor. Aynı zamanda yüzde 64’ü, sürdürülebilir ürün ve hiz­metler için daha fazla ödeme yap­maya istekli olduğunu belirtiyor. Yani bu kuşak sadece kaygı duymu­yor; kararlarıyla yön veriyor, değer­leriyle dönüşüm talep ediyor.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğin­den çevresel yıkıma kadar birçok başlıkta aktifler. Bilinçli tüketim­den gönüllü projelere, etik marka­ları tercih etmekten kamusal söz üretmeye kadar pek çok alanda sorumluluk üstleniyorlar. Sosyal medya, bu kuşağın yalnızca payla­şım yaptığı bir mecra değil; örgüt­lendiği, sesini duyurduğu, değişim talebini görünür kıldığı bir alan.

Özellikle sosyal medya, gençler için sürdürülebilirlik alanında ses­lerini duyurabildikleri önemli bir mecra haline geldi. Instagram baş­ta olmak üzere pek çok platform­da, çevresel sorunlara dikkat çeken içerikler üretiyor; sürdürülebilir yaşam biçimlerini görünür kılmak için kendi deneyimlerini paylaşı­yorlar. Kimi karbon ayak izini nasıl azalttığını anlatıyor, kimi sürdü­rülebilir ürünleri destekliyor, kimi ise çevre dostu projelere gönüllü olarak katılıyor.

Bu alanlar, gençlerin yalnız­ca bilgi tüketicisi değil; toplumsal meselelerde etkili birer dijital ak­tör haline geldiklerini gösteriyor. Sürdürülebilirliğe dair mücadele artık sadece sınıflarda, panellerde değil -gençlerin hikâyeleriyle, eti­ketleriyle, paylaşımlarıyla da şekil­leniyor.

Yeni bir dünyanın eşiğinde

Bugünün gençleri yalnızca ge­lecek için endişelenmiyor, onun inşasına da talip oluyor. Sorgulu­yorlar, araştırıyorlar, birleşiyorlar. Kurumları dönüştürmek, üretim modellerini sorgulamak, sosyal adaletle ekolojik krizi aynı denk­lemde çözmek istiyorlar. Geçmişin “ya hep ya hiç” ikiliklerini reddedi­yor, çok katmanlı ve kapsayıcı çö­zümler öneriyorlar.

Bu kuşak, tüketim çağının sessiz tanıkları olmayı değil, yaşanabilir bir gezegenin aktif sorumluları ol­mayı seçiyor. Onlar için sürdürü­lebilirlik; yalnızca karbon salımını azaltmak değil, aynı zamanda fır­sat eşitliği yaratmak, kapsayıcı şe­hirler kurmak, cinsiyet adaletini gözetmek, teknolojiyi insanlık ya­rarına dönüştürmek demek.

Bizlere düşense artık yalnızca onlara bilgi aktarmak değil; onların yaratıcı potansiyeline alan açmak, anlamaya çalışmak, geride kalma­mak. Bugün politikada, iş dünya­sında, akademide, STK’larda ve medyada gençliğin dönüştürücü enerjisini dışarıda bırakmak; gele­ceğin dışında kalmaktır.

Gençler değişimin yalnızca öz­nesi değil; yöntemi, dili ve cesa­retidir artık. Ve belki de şimdi, en büyük sorumluluk bizde: Bu yeni dünyayı kurmalarına engel olmak yerine, yanlarında durmak. Onlara yalnızca rehberlik etmek değil, ge­rektiğinde yol açmak.

Çünkü bu kez bir kuşak değil, tüm bir gezegen, onların cesareti­ne ihtiyaç duyuyor.

Ve evet, bu kez umut çok uzaklar­da değil -sınıfın bir köşesinde ses­sizce çözüm öneren bir gencin not­larında saklı olabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar