Konkordato sürecinde dürüstlük kuralı

MEHMET ENİS TEKE /Avukat

Konkordato, son yıllarda Tür­kiye’nin ekonomik gündemi­nin en çok konuşulan terimlerin­den biri haline geldi. Bugün küçük esnaftan büyük holdinglere kadar herkesin dilinde.

Konkordato, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 285 ve deva­mındaki maddeleriyle düzenle­nen bir kurumdur. Basitçe ifade etmek gerekirse; borçlarını öde­yemeyecek duruma gelen dürüst bir borçlu, alacaklılarının belli bir çoğunluğuyla anlaşarak borçları­nı belirli bir plana göre ödeyebilir. Bu süreç, borçluyu haciz ve iflas­tan korurken, alacaklıya da ifla­sa kıyasla daha yüksek ve verimli tahsilat imkanı sağlar. Ancak tica­ri hayatta durum farklı. Konkor­dato ilanı çoğu zaman “iflas etti” algısıyla karşılanıyor. Oysa doğru yönetildiğinde gerçek bir çıkış yo­lu sunabilir. Asıl mesele, konkor­datoyu nasıl kullandığımız.

Konkordato projesinde borç­lunun faaliyetini sürdürebilmesi ve alacaklılara ödemelerini yapa­bilmesi için mali kaynağın net bir şekilde belirtilmesi gerekiyor. Zi­ra yalnızca bir “niyet beyanı” de­ğil, uygulanabilir bir finansal plan ortaya koymak esastır. Bu planın inandırıcılığı, konkordato proje­sinin kaderini belirler. Ancak uy­gulamada tablo farklıdır. Konkor­dato sürecine giren borçlu, ban­kalar nezdinde “donuk” ve “riskli” kabul edilmekte ve kredi kullana­mamakta; yeni finansal kaynak bulması neredeyse imkânsız hâle gelmektedir. Bu nedenle konkor­dato sürecinden faaliyetini sürdü­rebilir şekilde çıkmak ne kolay ne de piyasa açısından inandırıcıdır. Bu, kötüye kullanımın yaygınlaş­masına zemin hazırlamaktadır.

Dürüstlük ilkesinin erozyonu

4949 sayılı Kanun öncesinde konkordato sürecinin temel ilkesi dürüstlüktü. Ancak yapılan deği­şiklikle kanundan “borçlunun iş­lerinde doğruluğu” ibaresi çıkarıl­dı. Günümüzde, İcra ve İflas Ka­nunu’nun 287. maddesi uyarınca, geçici mühlet alabilmek için baş­vuru belgelerinin sadece eksiksiz olup olmadığına bakılıyor; belge­lerin içeriğine dair esaslı bir ince­leme yapılmıyor. Bu durum, bazı şirketlerin kesin mühlet alamaya­cağını bilmesine rağmen konkor­datoyu “hukuki siper” olarak kullanmasına yol açıyor. Talebi reddedilen şirketlerin şirket mer­kezini taşıyarak başkaca mahke­melerden konkordato talep ettiği­ne dahi denk geliniyor.

Uygulamada, bazı borçlular konkordato sürecinde gerçekte alacaklı olmayan kişileri alacaklı gibi göstererek süreci kendi leh­lerine manipüle edebiliyor. Oluş­turulan sahte alacaklılar sayesin­de hem borç miktarı yükseltiliyor hem de şirketten çıkan para yine kendisine dönüyor.

Ayrıca konkordato başvurusu öncesinde şirketlerin ciddi gayri­menkul ve menkul alımlar yapma­sı da dikkat çekiyor. Bu hareket­lerle, iflas tehlikesi varmış algısı yaratılarak konkordatoya uygun bir ortam hazırlanıyor ve borçla­rın uzun vadeye yayılması sure­tiyle alacaklıların aleyhine avan­taj sağlanıyor. Bu uygulamalar, konkordato sisteminin güvenilir­liğini sarsmakta ve dürüst borçlu­ların da kamuoyu nezdinde haksız şekilde “hileli konkordatocular” olarak görülmesine yol açmakta.

Yerleşik içtihatlarda, borçlu­nun alacaklıları zararına olacak şekilde gerçeğe aykırı işlem yap­masının dürüstlük kuralına açık bir aykırılık teşkil ettiği, bu hâlin konkordato tasdikinin reddini ge­rektirdiği vurgulanmaktadır. Ha­tırlatmak gerekir ki İcra ve İflas Kanunu’nun konkordatoya iliş­kin hükmü gereği, mühlet süre­since borçlu aleyhine 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usu­lü Hakkında Kanun kapsamında­ki takipler dahil hiçbir takip yapı­lamaz ve başlamış takipler durur.

Konkordato komiserliği

Konkordato sürecinin adil ve güvenilir yürüyebilmesi, büyük ölçüde komiser heyetinin etkin­liğine bağlıdır. Özellikle İcra ve İflas Kanunu’nun 290. maddesi, komiserin “konkordato projesi­nin tamamlanmasına katkıda bu­lunma” ve “borçlunun faaliyetle­rine nezaret etme” yükümlülük­lerini açıkça tanımlar. Bu süreçte komiser heyeti ve talimatları kri­tik öneme sahiptir. Kanun uyarın­ca, konkordato komiserinin tali­matlarına uyulmaması durumun­da, konkordato talebinin reddi ve borçlunun iflasına karar verilme­si söz konusu. Mahkemelerin ön­lerine gelen uyuşmazlıklara aynı komiserleri atamaları hem komi­serlerin iş yükünü arttırırken hem de alacaklıların dosyaya kuşkuy­la bakmasına sebebiyet veriyor. Bu nedenle komiser sadece mali tabloları incelemekle kalmaz; ek­sik ya da yanıltıcı gördüğü husus­ları düzeltme talebinde bulunur,, gerektiğinde ara raporlar sunar, mahkemeye görüş bildirir. Aynı zamanda, borçlunun – komiser izni olmaksızın – taşınmaz dev­ri yapması, rehin tesis etmesi ya da ivazsız tasarruflarda bulunma­sı gibi sınırlandırılmış işlemler yapmasını engelleyici rol üstlenir. Eğer borçlu bu sınırlamalara aykı­rı hareket ederse, komiserin tespit ve önerileri mahkeme tarafından dikkate alınarak mühlet kaldırılıp iflas kararı dahi verilebilir.

Ne var ki pratikte, mahkeme­ler aynı komiserleri birçok dosya­ya atamakta, bu da iş yükünü artır­makta ve alacaklıların komiserin kuşkuyla bakmasına yol açmakta­dır. Bu bağlamda, komiser heyeti­nin iş yükünün dengelenmesi, ta­rafsızlığın korunması ve yeterli uz­manlık kapasitesine sahip olacak şekilde yapılandırılması elzemdir.

Yazara Ait Diğer Yazılar