Küresel sanatın yeni dili: Çokluk, akış ve diyalog
Banu SEYHAN
Küresel sanat piyasası, büyük fuar ve bienallerin ötesinde artık kültürel çeşitliliği, yerel anlatıları ve çok sesliliği ön plana çıkaran yeni bir yapıya evriliyor.
Bir zamanlar New York, Londra, Paris gibi şehirlerin etrafında şekillenen sanat dünyası, bugün çok merkezli, çok dilli ve çok kimlikli bir yapıya sahip.Art Basel’den São Paulo Bienali’ne, Frieze’den Gwangju’ya, Dakar Bienali’nden Sharjah’a kadar uzanan ağ; yalnızca eserlerin dolaşımını değil, fikirlerin, hafızaların ve değerlerin hareketini de belirliyor.
Bu dönüşümle birlikte sanat, artık yalnızca koleksiyon değeri ya da estetik beğeni üzerinden değil, kültürel anlam üretimi ve toplumsal diyalog üzerinden tanımlanıyor. Küresel ölçekte ortaya çıkan yeni kuşak sanatçılar; iklim krizinden göç olgusuna, kimlik siyasetinden dijital dönüşüme kadar geniş bir yelpazede üretim yaparak, sanatın düşünsel alanını yeniden tanımlıyor.
Bu yeni çağda sanat, merkez–periferiden çok, ağsal, akışkan ve çok yönlü bir yapı içinde var oluyor. İstanbul gibi tarihsel derinliği, kültürel çeşitliliği ve coğrafi konumu itibarıyla eşsiz şehirler de artık bu yapının aktif aktörlerinden biri hâline geliyor. Şehrin sanat kurumları, galerileri ve bağımsız inisiyatifleriyle birlikte, İstanbul yalnızca izleyici değil; küresel sanat sahnesinin üretici, dönüştürücü ve anlatı kurucu şehirlerinden biri olma yolunda ilerliyor.
Ist.festival 2025
İstanbul’un kültür takviminde bu yılın en çok konuşulan etkinliklerinden biri şüphesiz İstanbul’74’ün düzenlediği IST.FESTIVAL 2025 oldu. Festival bu yıl hem kavramsal hem de deneyimsel açıdan güçlü bir tema etrafında şekillendi: “Hakiki Gerçek Nedir?”
Dijital çağın hızla çoğalan imgeleriyle kuşatılmış bir dünyada, “gerçek” kavramı artık netliğini çoktan yitirmiş durumda. İstanbul’74 bu soruyu yalnızca sanatla değil, felsefeyle, mimariyle, kamusal alanla da birlikte ele alıyor. Festival, Arnavutköy’ün sokaklarına, evlerine, atölyelerine yayılarak şehrin gündelik ritmini sanatsal bir alana dönüştürdü.
Bu yılın sergilerinden biri olan “Yakınlık / Nearness”, festivalin en dikkat çekici bölümüydü. “Bir mahalle sergisi” olarak tanımlanan bu yerleştirme, sanat yapıtını galeri duvarlarından çıkarıp sokağın, hayatın ve belleğin içine yerleştiriyor. Küratörlüğünü Demet Müftüoğlu’nun üstlendiği sergi, izleyiciyi “yakın olma” hali üzerine düşünmeye çağırıyor.
Bir mahalle, bir hafiza, bir deneyim
Yakınlık sergisi, klasik bir sergi formatından çok bir şehir koreografisi gibi işliyor. José Parlá, Freeman & Lowe, Laurent Grasso, Stefan Brüggemann, Nancy Atakan, Burhan Doğançay, Ali Elmacı, Osman Dinç, Lal Batman, Kemal Seyhan ve Gülay Semercioğlu gibi Türkiye ve dünyadan sanatçılar, bu “mahalle”nin farklı köşelerinde kendi yorumlarını bırakıyor.
Her bir iş, hem mekâna hem de zamana müdahale ediyor: Bazıları Arnavutköy’ün kamusal yüzeylerine, bazıları bir atölye penceresinin ardına yerleşiyor. Bu çeşitlilik, izleyiciye sanat eserine “rastlama” olasılığı sunuyor; tıpkı bir sokağın köşesinde beklenmedik bir hikâyeyle karşılaşmak gibi.
Mahalleye, sokaklara ve esnafın dükkanlarına yayılan eserler; yalnızca serginin sınırlarını değil, sanatın alışılmış mekânlarını da genişletti.
Bir anda bir kasabın vitrininin arkasında, tarihi bir dürümcünün duvarında ya da metruk bir binanın pencerelerinde beliren işler, hem mahalleliyi hem İstanbul halkını hem de dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçileri şaşırtıyor..
Sanat, beklenmedik yerlerde karşılaşılan bir deneyime dönüştü; izleyiciyi içine çeken, gündelik hayatla iç içe geçmiş bir serüven hâline geldi. Sergide Özellikle Ali Elmacı’nın eserleri Papatya Dürüm ve Beyazgül sokaktaki metruk binada izleciye farklı karşılaşmalar yaşatarak ilgi çekiyor.
Hakiki gerçek arayışı
Festivalin felsefi çerçevesi, Martin Heidegger’in düşüncesinden ilham alıyor: Gerçeklik, sabit bir zemin değil; yalnızca bazı anlarda kendini açığa çıkaran bir hâl.
Bu fikir, sergideki işler arasında da yankılanıyor.
Ali Elmacı’nın çağdaş mitolojiye dokunan figürleri, Burhan Doğançay’ın duvar metaforlarıyla yan yana gelirken; José Parlá’nın kent katmanlarını andıran yüzeyleri, Kemal Seyhan’ın soyut ritimleriyle konuşuyor.
Tüm bu birliktelik, “hakikat”in bir cevaptan çok, bir karşılaşma biçimi olduğunu hatırlatıyor.
Bir şehrin nabzı
IST.FESTIVAL yalnızca bir sanat etkinliği değil, İstanbul’un sanat üretimindeki dönüşümünü gözlemleme fırsatı sunan bir platforma dönüştü.
Atölye buluşmaları, paneller, film gösterimleri ve sanatçı konuşmalarıyla festival; kolektif düşünmenin, paylaşmanın ve birlikte üretmenin yeni biçimlerini keşfetmeyi amaçlıyor.
Giderek karmaşıklaşan bir dünyada, “gerçek” artık tekil bir anlam taşımıyor.
Belki de festivalin bize hatırlattığı şey şu: hakikat, bir cevaptan çok bir mesafe biçimi; birine, bir yere, bir fikre “yaklaşma” çabası.