Marka ve kalite

Semih YALMAN
Semih YALMAN BUGÜN MARKANIZA BİR BAKIN semih.yalman@dunya.com

 

Kalder Bursa Şubesi tarafından düzenlenen 10. Başarı ve Kalite Sempozyumu'nda konuşmak üzere davet aldım. Bu sene konu olarak fark yaratmak belirlenmiş. Beni böyle bir platorma layık görüp, görev lütfettikleri için öncelikle Bursa Kalder Şubesi'ne teşekkür ediyorum. Sempozyum sonrası şunu söylemeliyim ki katılımcıları ile, işleyişi ile, yönetim kadrosu ile ve en önemlisi çoğunluğu Uludağ Üniversitesi öğrencilerinden oluşan organizasyon ekibi ile bu sempozyum farklıydı. Bursa ve Bursalının enerjisi güzeldi.

Fark yaratmak, fark atmak, farkı ortaya koyabilmek gibi birçok açıdan ele alınan konu dönüp dolaşıp markaya geldi. Kürsüden Nihat Özdemir, Faruk Eczacıbaşı gibi isimler Türkiye'nin dünya markaları yaratması gerekliliğini ortaya koyarken aslında markalaşabilmenin beraberinde sürekliliği ve sürekliliğin de belli bir kalite standardına ihtiyaç duyduğu konusunu düşünmeye başladım.

Bursa Kalder platformu bu düşüncelerimi daha da belirginleşmesini örnekler ile izlememe de sebep oldu. 1870 Vefa Boza ve 1777'de kurulan Hacı Bekir Lokumları markalarının 4'üncü kuşaklarını dinlerken bir yandan süreklilik ve kalite denklemine hayran kaldım bir yandan da "Nasıl olur da biz bu markaları dünyaya anlatamıyoruz?"u düşündüm. Sonrasında sosyal girişim ve sorumluluk alanında Düşler Akademisi sunumu izlerken markaların sosyal sorumluluğun içerisinde yeterince olmadığını tekrar ızdırap ile hatırladım.

Koç Üniversitesi'ndeki araştırma asistanlarım Ezgi Utan ve Selim Kapkaç ile konuşurken belki de bu markaları dünyaya anlatmanın yolunun eskisi gibi fuarlara katılıp oralarda reklam vermek olmadığını düşündüm. Markaların iletişim stratejilerine baktığımda sadece lokal varlıklarını kutlamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Körler sağırlar birbirini ağırlar. Bize yettiği kadar iletişim yapalım hatta hiç yapmayalım. Sen kabuğunda oturursan gelip kabuğunun önüne adam gökdeleni diker.

Aslında fırsat çocuklar ve gençlik. Gençlik, bu markaları kucakladığı anda parmaklarının altındaki kanallardan tüm dünyaya yayacak bir potansiyele sahip. Ancak gençliğin artık sosyal eğilimi olan markaları alkışladığını markalar gözden kaçırıyor. Sponsorluk değil, samimi sosyal bilinç ve aktif yardımdan bahsediyorum.

Günümüzde ve gelecekte, web ve sosyal ağlar sayesinde dünya gitgide tanış olup küçülürken bir yandan da herkes bir içerik sağlayıcı, reklamcı, PR'cı, fotoğrafçı, yapımcı haline gelmiş durumda. Hatta durum öyleki firmanın anonsundan ziyade arkadaşının sözü daha fazla itibar görmekte. İşte bu yüzden 10 sene evvelinin en önemli göstergelerinden bir olan müşteri memnuniyet endeksi denen kavram tüm inanılırlığını yitirip son 5 yılda yerini müşteri tavsiye skoru gibi ölçümlere bıraktı.
Peki, bu markalarımızı ya da daha doğru bir deyim ile değerlerimizi nasıl gençlerimiz ile buluşturacağız? Burada iş yenilik, gelenek ve sosyal aktivism dengesine bakıyor. Gençlerin olaya seyirci kalması değil; esas çözümün içerisinde yer alması gerekiyor. Üniversitelerin ve okulların daha hayatın içerisinde ve sokakta olmasına, kampüslerinin duvarlarını kaldırmasına bakıyor. Gençlere farklı alanlarda proje teşvikleri verilmesine bakıyor. Bu markaların gelip neyi nasıl yaptıklarını onlara anlatmalarından ziyade onlardan proje istemeleri daha doğru olmaz mı? Zaten sorun da burada ya. Kurumlar gençleri hazır edelim diye uğraşırken sorunun şöyle sorulmasında fayda var; "Acaba kurumlar onlara hazır mı?" Onlara hazır olmak için ne yapmamız gerek? Bence ilk yapılması gereken şey vaaz vermeyi bırakıp onları dinlemek.

Markalara baktığımızda İstanbul Üniversitesi, Hacı Bekir, Vefa, Koska, Konyalı, Abdi İbrahim gibi köklü markaların hikayeleri ve farklı hayat tarzlarına eklenmeleriyle ortaya çıkarılması şart. Hatta belki de devlet tarafından koruma altına alınması, Türkiye'yi tanıtıcı anlamda teşvik alabilmeleri. Bundan mutlak suretle asırlık olmasada Doluca, Mabel, Baylan, Eti, İş Bankası, Ziraat Bankası gibi markaların da faydalanması gerekir diye düşünüyorum.

Sonuçta marka ürüne/hizmete verilen ruhtur. Marka hemen olunmaz. Bir yolculuktur. Reklam, logo yada pazarlamanın işi değildir. Markanın hikayesi ve vaadi olmalıdır. Pozitif enerji ve eğlence yaymalıdır. Süreçtir, sabır gerektirir. Artık lokal değil, global düşünülmesi gereken bir etkileşim alanı vardır. Sadece olduğu alana değil, şehre hatta ülkeye katma değer oluşturur. Paydaşlar arasında en temel ve en asgari buluşturucu ortak değerdir. Duyguları tetikler, hayalleri kovalatır. Bu marka tanımından sonra şunu da belirtmem gerekiyor ki, markalar mutlak suretle en önemli paydaşlarının arasına gençliği almaları şart! Bu markaların yayılım, bilinirlik, tavsiye ve beğeni ölçümlerini müsbet olarak etkileyecektir.

%50 si 30 yaş altında olan bir ülkede çocukların ve gençlerin daha fazla itibar görmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu hazinenin değerlendirilmesi, dinlenmesi, kalıplara sokulmaması, onlara imkan verilmesi arzu edilen kaliteli yaşama ve çağdaşa giden tek yol olacaktır.

10. Başarı ve Kalite Sempozyumu ile gerçekte kalitenin çağdaşa yaklaşmak olduğunu, tekil değil, çoğul olduğunu ve bu uğurda gidilen yolda yapılması gerekenleri örnekleri ile bizlere hatırlattıp bir çok farklı paydaş yapısını bir araya getirdiği için Bursa Kalder'e buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.

Bugün markanıza kalite için bir daha bakın

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Marka ve arayışlar 11 Mayıs 2012
Marka ve sorumluluk 04 Mayıs 2012
Marka ve sosyal girişim 27 Nisan 2012
Marka ve Fast-Fashion 13 Nisan 2012
Marka ve öncelikler 23 Mart 2012
Marka ve patates cipsi 16 Mart 2012
Marka ve saygı 01 Mart 2012