Para basmak enflasyonu artırır mı?
UĞUR GÜNDÜZ
Ekonomist - Bankacı
Bir ekonomi politikası olarak para arzını artırmanın etkisini değerlendirirken, sadece miktara odaklanmak yerine, paranın hangi amaçla ve hangi koşullarda basıldığına, aynı zamanda arz ve talep dengelerine ve ülkenin ekonomik yapısına bakmak gerekir.
Ekonomi sohbetlerinde sıkça duyduğumuz bir klişe vardır: "Para basmak enflasyon demektir." Bu, ilkokul seviyesinde bir ekonomi dersi gibi görünse de modern ekonominin karmaşık yapısı ve özellikle bizim gibi kura duyarlı ithalata dayalı üretim modeline sahip, maliyet enflasyona maruz kalan ülkelerde her zaman doğru olmadığını söyleyebiliriz.
Pandemi dönemi, bu konuya ışık tutan en güncel ve çarpıcı örneklerden biridir. Gelin, bu yaygın inanca karşı argümanları inceleyerek gerçek hayattan örnekler verelim.
Klasik para teorisine göre, para arzındaki artış, toplam talebi artırır ve eğer üretim bu artışa ayak uyduramazsa, fiyatlar yükselir. Bu, talep enflasyonu olarak bilinir. Ancak, enflasyonun tek kaynağı bu değildir. Özellikle günümüz küresel ekonomisinde maliyet enflasyonu giderek daha belirleyici bir faktör haline gelmiştir.
Maliyet enflasyonu, temel üretim girdilerinin (enerji, hammadde, işgücü) fiyatlarındaki artıştan kaynaklanır. Bir ülkede para arzı sabit kalsa bile, dışarıdan gelen bir petrol fiyatı şoku, uluslararası tedarik zincirindeki aksamalar, kur artışlarının ithal hammadde fiyatlarını yükseltmesi veya artan asgari ücretler gibi faktörler, üreticilerin maliyetlerini artırır. Üreticiler bu artan maliyetleri tüketicilere yansıttığında, enflasyon ortaya çıkar. Bu durumda, enflasyonun sorumlusu "basılan para" değil, üretim tarafındaki maliyet baskılarıdır.
Pandemi dönemi: Klişeyi çürüten bir deney
Pandemi süreci, "para basmak = enflasyon" denklemini sorgulatan mükemmel bir örnektir. 2020 yılında küresel ekonomiler kapanma sürecine girerken, ABD Merkez Bankası (Fed) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) benzeri görülmemiş bir parasal genişlemeye gitti.
Ekonomik çarkların durduğu bu dönemde, şirketlerin batmasını ve işsizliğin fırlamasını önlemek için devasa teşvik paketleri devreye sokuldu. Bu paketler kapsamında, trilyonlarca dolar ve euro basılarak bankacılık sistemine enjekte edildi ve doğrudan vatandaşlara ve şirketlere dağıtıldı.
Bu devasa para basma operasyonuna rağmen, ilk etapta beklenen şiddetli talep enflasyonu yaşanmadı.
Peki neden?
●Her zaman atıl kapasite vardır: Pandemi öncesinde dünya ekonomileri tam kapasiteyle çalışmıyordu. İşsizlik oranları düşüktü ancak ekonomide bir durgunluk hissediliyordu. Basılan paralar, bu atıl kapasiteyi harekete geçirme ve durma noktasına gelen ekonomik aktiviteyi yeniden canlandırma amacını taşıyordu.
●Paranın dolaşım hızı: Paranın miktarı kadar, ne kadar hızlı el değiştirdiği de önemlidir. Pandemi döneminde insanlar belirsizlik nedeniyle harcamalarını kıstı, tasarruf eğilimi arttı. Dolayısıyla, sisteme giren devasa miktardaki para, fiyatları hemen yukarı çekecek bir talep patlamasına neden olmadı. Paranın bir kısmı, finansal piyasalarda kalırken, reel ekonomiye etkisi sınırlı oldu.
●Tedarik zinciri krizleri: Asıl büyük enflasyon, 2021 ve 2022'de, yani ekonomiler yeniden açılmaya başladığında ortaya çıktı. Ancak bu enflasyonun nedeni doğrudan basılan para değil, pandeminin yarattığı arz yönlü şoklardı. Kapanmalar ve lojistik sorunlar, tedarik zincirlerini kopardı. Üretim yavaşladı, nakliye maliyetleri fırladı, enerji fiyatları yükseldi. Bu durum, klasik bir talep enflasyonu yerine, küresel bir maliyet enflasyonu dalgası yarattı. Basılan paralar bu dalgayı güçlendirdi ancak asıl tetikleyici değildi.
Koşullar her şeyi değiştirir
Sonuç olarak, "para basmak enflasyonu artırır" önermesi mutlak bir doğru değildir. Bir ekonominin para basmaya nasıl tepki vereceği, o ekonominin içinde bulunduğu koşullara bağlıdır.
Ekonomik durgunluk veya kriz anında basılan para, atıl kapasiteyi harekete geçirerek üretimi ve istihdamı artırabilir ve enflasyonist bir etki yaratmayabilir.
Tam istihdam seviyesinde, tam kapasite kullanımı sınırında bir ekonomide basılan para ise talep patlamasına neden olarak enflasyona yol açabilir. Bu da ancak teoride ya da bu sınırlara yaklaşmış gelişmiş ülkeler seviyesinde ihtimal dahilindedir.
Türkiye gibi kura duyarlı, üretimi ithalata bağımlı ve maliyet enflasyonunun yüksek olduğu bir ülkede de para basmak, zaten var olan yapısal sorunları derinleştirerek enflasyonu hızlandırabilir. Zira basılan paranın, reel faiz getirisi sağlamaması halinde, döviz talebi yaratarak kuru ve maliyetleri artırması, enflasyonu yükseltiyor. Yani talep unsuru olması gereken para, kur nedeniyle yine maliyet unsuru haline geliyor.
Ekonomist, öğrencilerine enflasyonu anlatıyormuş: "Çocuklar, enflasyon demek, cebinizdeki paranın alım gücünün düşmesi demektir. Yani bugün 100 liraya aldığınız şeyi, yarın 120 liraya almanız gerekir."
Arkadan bir öğrenci seslenmiş: "Hocam, ne demek istediğinizi anladık ama biz bugün 100 liraya alacağımız şeyi, yarın 120 liraya alsak ne yazar? Bizim bugün 100 liramız bile yok!"
Ülkemizde durum biraz buna benziyor. Alım gücü düşen, 100 lirası olmayan insanlara “maaşınıza zam yaparsak, fiyatlar artacak” deniyor. Oysa gelir artışı fiyatları değil, kapasiteyi ve üretimi artırır. Maaşı 17 bin lira olan bir emekliye yüzde 100 zam yapılsa bu fiyatları değil yüzde 60’larda gezen kapasiteyi artırır.
Dolayısıyla, bir ekonomi politikası olarak para arzını artırmanın etkisini değerlendirirken, sadece miktara odaklanmak yerine, paranın hangi amaçla ve hangi koşullarda basıldığına, aynı zamanda arz ve talep dengelerine ve ülkenin ekonomik yapısına bakmak gerekir. Aksi takdirde, ekonomi gibi dinamik bir alanı, statik ve tek boyutlu bir klişeyle anlamaya çalışmak, bizi yanlış sonuçlara götürecek, talep yaratma gücü düşen yığınları artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.