Sanayicinin sessiz çığlığı
Geldik 2025’in Mayıs ayına. Türkiye ekonomisinin görünümü, ne yazık ki hâlâ yüksek belirsizlik başlığı altında değerlendirilmeye devam ediyor. Kimi veriler iyileşmeye işaret etse de, sahadaki üretici, sanayici ve ihracatçının nabzı aynı şeyleri söylemiyor.
Makroekonomik göstergeler ile reel sektörün gerçekleri arasında derin bir uyumsuzluk söz konusu. Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele kapsamında uyguladığı sıkı para politikası, politika faizini %50’ye taşıdı. Bu adım, kısa vadede kur baskısını törpülese ve döviz talebini dizginlese de, reel sektöre ciddi maliyetler bindirdi. Banka kredilerine erişim zorlaştı, kredi maliyetleri katlandı. Bu da yatırım iştahını azaltmakla kalmadı, birçok KOBİ için ayakta kalma mücadelesini daha da zora soktu.
Enflasyon tarafında ise tablo halen netleşmiş değil. Mart 2025 itibarıyla yıllık TÜFE %68 seviyelerinde. Üretici enflasyonu (ÜFE) de çift hanelerde kalmaya devam ediyor. Hammadde ve enerji maliyetleri halen yüksek; özellikle dövize bağımlı üretim yapan sanayiciler, fiyat tutturmakta büyük güçlük çekiyor. Yani ne iç pazarda tüketiciye satabiliyorlar, ne dış pazarda rekabet edebiliyorlar.
Sahadan aldığımız sinyaller, üretim planlarını öteleyen, yatırım kararlarını erteleyen ve hatta küçülmeye giden firmaların arttığını gösteriyor. Özellikle enerji yoğun sektörler ve ara malı üreticileri, hem finansmana erişimde hem de dış pazarda zorlanıyor. Üstelik iç pazarda da satın alma gücü ciddi şekilde erimiş durumda. Talep daralması, yeni kapasite yaratmanın önündeki en büyük engel.
Sanayi odaları başkanları endişeli
İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan’a kulak verelim. Başkan Nisan ayı meclis toplantısında “Son gelişmeler bizi başladığımız noktaya getirmese bile; ne yazık ki tüm reel sektörde programın hedeflerinden uzaklaşılan bir noktaya doğru gelindiği endişesini oluşturmaya başladı.
Bu bağlamda OVP’nin hedefini geciktirecek kırılmaların veya oluşabilecek ümitsizliklerin, sanayimiz açısından telafisi olmayacak ve artık sektörlerimizdeki yılların birikimlerini kaybedebilecek noktalara doğru gitmesinin endişesini taşıdığımızı özellikle belirtmek istiyorum. Ülkemizin enflasyonla mücadelesinden asla ve asla taviz verme lüksü yoktur.
Ama bunu söylerken, enflasyonla mücadele konusundaki en ağır sorumluluğun yüklenmiş olduğu sanayi sektörünün; sorumlusu olmadığı ve hak etmediği böylesine yüklü bedelleri ödemesi noktasındaki kapasitesinin de, sınırının da sonuna geldiğinin her kesim tarafından iyi bilinmesi gerekiyor. Özellikle emek yoğun sektörlerimizin kaderlerine terk edilmemesi, bu sektörlerimizin yıllar içinde edindiği üretim kültürünün hasar görmemesi konusunda dikkatli ve özenli davranılmasını bir kere daha burada özellikle vurgulamak istiyorum.”
Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç ise, Merkez Bankası’nı eleştirerek Nisandaki 250 baz puanlık indirim ile politika faizinin yüzde 40’lara ineceğini beklediklerini, ancak gelinen noktada gecelik borç verme faizinin yüzde 49’a çıkmasıyla, aslında faizlerde 9 puanlık bir artış ile karşı karşıya kalındığını dile getiriyor. Ardıç, sanayicilerin hem yüksek enflasyon hem de bunun yarattığı çoklu tahribatla ayakta kalmaya çalıştığını, tüm umutlarının enflasyonda iyileşmeyle birlikte faizin de makul seviyeye gelmesi olduğunu belirtirken, “Maalesef yine başa döndük. Ama artık dayanacak gücümüz de kalmadı. Yüzde 60’ların üzerine çıkan bir kredi maliyeti ile sanayicinin, bırakın yatırım yapmayı, üretimine devam edebilmesi bile mümkün değildir” diyerek endişelerini dile getirdi.
Bu krizden fırsat çıkar mı?
TÜİK verilerine göre ekonomik güven endeksi Nisan ayında yüzde 4,2 oranında azalarak 96,6 değerini aldı. Ekonomik güven endeksinin 100’den büyük olması iyimserliği, küçük olması ise kötümserliği gösteriyor. Bu koşullarda Türkiye ekonomisinin yapısal bir kırılganlık içinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Üretim ekonomisinden uzaklaşmak; döviz kazandırıcı faaliyetlerin zayıflaması; yüksek enflasyon ve yüksek faizle gelen maliyet kıskacı. Bütün bunlar, ekonomideki gerçekleşmeyen iyimserlik algısını gün yüzüne çıkarıyor.
Ancak her kriz bir fırsatı da beraberinde getirir. Eğer bu süreçte yapısal reformlara cesaretle yaklaşılır; üreticiye, sanayiciye ve ihracatçıya can suyu verecek adımlar atılırsa, Türkiye hâlâ bölgesinde güçlü bir üretim üssü haline gelebilir. Bunun için sadece para politikası değil, vergi sistemi, yatırım teşvikleri, ihracat destekleri ve eğitim politikaları gibi alanlarda da kapsamlı bir revizyona ihtiyaç var. Aksi takdirde ekonomideki sıkışmışlık, yerini kalıcı bir durgunluk ve yapısal verimsizlik dönemine bırakabilir.