Sanayinin önlenemez düşüşü

Bugünlerde en çok tartışılan konuların ba­şında sanayideki düşüş geliyor. Bir yandan sanayi geliştirmeli ve artırmalı düşüncesi ha­kim iken, ortaya çıkan veriler sürdürülemez bir düşüşün varlığını ortaya koyuyor. Ülkemi­zin gerek dış ticaret gerekse cari açık veren bir pozisyonda olduğu düşünüldüğünde, milli ser­veti arttırmak ve dış borcu azaltmak gereklilik­leri de alt alta sıralandığında sanayide büyüme yönünde hamlelelerin gelmesi gerektiği çok net görülebiliyor. Sanayileşmeyi geliştirirken, sa­nayi kollarının tümünü aynı kefede değerlen­dirmek yerine gerek katma değeri yüksek, ge­rekse ihracata dönük ve istihdam yaratan ye­nilikçi sektörleri pozitif ayrıştırmak, stratejik olarak bizi şüphesiz daha doğru sonuçlara ulaş­tıracaktır.

Türkiye ekonomisi 2022 yılında yüzde 5,5 oranında güçlü bir büyüme kaydetti. Buna rağ­men aynı yıl sanayi üretimi ivme kaybetmeye başladı ve yüzde 1,7 oranında büyüme ile ekono­mi genelinin gerisinde kaldı. İmalat sanayi ise yüzde 4,3 büyüme ile görece olumlu bir perfor­mans sergiledi. İmalat sanayinin cari fiyatlarla GSYH içindeki payı yüzde 22,1 oldu. 2023 yılın­da bu oran yüzde 19,5’a, 2024 yılında ise 17’ye geriledi. 2025’de 16’lar seviyesinde gerçekleşe­cek gibi görünüyor.

Türkiye, tarih boyunca stratejik konumu ve zengin kaynaklarıyla ekonomik dönüşümün merkezinde yer aldı. Osmanlı’dan Cumhuri­yet’e, oradan bugüne uzanan sanayileşme serü­veni, hem zorluklarla hem de büyük başarılar­la dolu. Bu süreçte değişim nasıl gerçekleşti ve Türkiye sanayisi bugün nerede duruyor, bir de ona göz atalım.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e sanayileşme temelleri ve planlı kalkınma dönemi

Türkiye’nin sanayileşme hikâyesi, Osman­lı’nın son dönemlerinde, 19. yüzyılda Tanzimat reformlarıyla filizlendi. Tersane, demirhane ve küçük atölyeler, Avrupa’daki Sanayi Devri­mi’nin etkisiyle kurulmaya başladı. Ancak ka­pitülasyonlar ve ekonomik zorluklar, bu giri­şimleri sınırladı. Cumhuriyetin ilanıyla birlik­te, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektöre destek kararları alındı. Türkiye İş Bankası ve Sanayi ve Maadin Bankası gibi kurumlar, milli sanayinin temellerini attı. 1927 sayımına göre 65.000 işletme faaliyet gösteriyordu.

1950’lerden itibaren karayollarının, 80’ler­den sonra ise otoyolların gelişmesi, sanayileş­meyi hızlandırdı. Devlet Planlama Teşkilatı’nın 1960’lardan itibaren uyguladığı Beş Yıllık Kal­kınma Planları, sanayi yatırımlarını yönlendir­di. Marmara Bölgesi sanayinin kalbi haline gel­di. Ege Bölgesi gıda, dokuma ve petrol rafineri­siyle öne çıkarken, Karadeniz’de demir-çelikte lider oldu. Ancak bu dönemde sermaye yeter­sizliği ve dışa bağımlılık, sanayinin önündeki temel engellerdi.

2000’li yıllar, Türkiye sanayisi için bir dö­nüm noktasıydı. 1994 ve 2001 krizleri, sanayi­yi hammadde ve emek yoğun bir yapıya yöneltse de, 2000’lerden itibaren ihracata dayalı büyüme modeli benimsendi. Türkiye, sanayi çeşitliliği açısından bölgesinde lider konuma geldi; 500 milyon dolardan fazla ihracat yapan ürün kale­mi sayısı 39’a ulaştı. 2007’deki küresel mortga­ge krizi, dışa bağımlılığı artırdı ve teknoloji yo­ğun üretime geçişi zorlaştırdı. Yine de Türkiye, AB’nin ucuz üretim sahası olmaktan sıyrılarak katma değerli ürünlere yönelmeye başladı.

Zorluklar ve gelecek perspektifi

Türkiye, genç ve eğitimli iş gücü, zengin ham­madde kaynakları ve gelişmiş ulaşım altyapısıy­la sanayileşmede pek çok avantaja sahip. Ancak sermaye yetersizliği, katma değerli ürünlere ge­çişte yavaşlık ve gelişmiş ülkelere karşı marka­laşmadaki yetersiz adımlarla gelinen pazarlama sorunları hâlâ önemli engeller. Gelecekte, tek­noloji yoğun yatırımlar ve yenilenebilir enerji­ye odaklanmak, ülkemizi kesinlikle küresel re­kabette daha güçlü kılacaktır. GAP gibi projeler, tarıma dayalı sanayiyi Güneydoğu Anadolu’da canlandırırken, dijital dönüşüm ve yeşil sanayi politikalarının da yeni fırsatlar sunduğu gerçe­ğini atlamamak gerekiyor.

Türkiye’nin sanayileşme yolculuğu, köklü bir geçmişten beslenerek modern dünyada kendi­ne sağlam bir yer edindi. Sanayi üretiminde el­bette büyüme var olsa da küresel rekabette öne çıkmak için katma değerli üretim ve teknolo­jik yeniliklere yatırım şart. Türkiye, genç nüfu­su ve dinamik ekonomisiyle bu potansiyele sa­hip. Ancak son yıllarda süregelen mevcut para politikalarımız ve maliye politikalarımız değil yabancı yatırımcıyı ülkeye çekebilmeyi, mev­cut sanayicimizi dahi ülkede tutmayı zor hale getirmiş durumda. Bugün en yüksek teknoloji içeren otomotiv sektöründe dahi işçilik oranla­rı dünya ortalamasının son derece üzerine çık­mış durumda. Dünyanın en pahalı iş gücüne sa­hip ülkelerinden birisi olmaya devam ettiğimiz sürece, büyümeyi sürdürmek ne yazık ki çok da kolay olmayacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar