Şiddetli ‘jeopolitik fırtına’da Schumpeter’i yeniden okumak
REHA BİLGE
Benim ‘jeopolitik fırtına’ adını verdiğim şiddetli bir dalga, dünyanın çeşitli bölgelerinde gerilim, çatışma ve savaş biçiminde karşımıza çıkıyor. Günümüz koşullarında Joseph Schumpeter’in yeniden güncellik kazandığına inanıyorum ve onun ekonomi kuramına yaptığı katkıları anmak, sanıyorum giderek artan bir önem taşıyor.
Küresel ekonominin derin bir kriz içinde olduğu artık üzerinde tartışılmadan kabul gören bir gerçek. Dünya ekonomisi derin bir sarsıntı yaşıyor. Bu sarsıntının etkilerini; Almanya gibi, AB ekonomisinin önderi bir ülkede yaşanılan durgunlukta veya ABD ile Çin arasında yaşanılan sert rekabette görmek mümkün. Küresel ölçekteki bu krizin nedenlerini, ama daha da önemlisi dışa, ekonomik ve endüstriyel yapılara yansımalarını anlamak için kuramsal bir çerçeveye ciddi bir gereksinim var.
Sadece küresel ekonomi değil, küresel politik düzen de büyük bir sarsıntı geçiriyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan dünya düzeni, hem kendi iç dokusundan kaynaklanan yetersizlikler nedeniyle hem de bilinçli politik seçimlerden kaynaklanan darbelerle yıkılıyor. Benim ‘jeopolitik fırtına’ adını verdiğim şiddetli bir dalga, dünyanın çeşitli bölgelerinde gerilim, çatışma ve savaş biçiminde karşımıza çıkıyor. Küresel jeopolitik fırtınayı ele alırken uyguladığım ikinci kavram ise ‘yaratıcı yıkım’ adını taşıyor. ‘Yaratıcı yıkım’ kavramı ise ilk kez ekonomist Joseph A. Schumpeter tarafından, yaşadığı dönemin ekonomik gelişmelerini açıklamak ve betimlemek için ortaya atılmış bir kavramdı.
Tıpkı bugün gibi derin sarsıntılar yaşandı
Günümüz koşullarında Joseph Schumpeter’in yeniden güncellik kazandığına inanıyorum ve onun ekonomi kuramına yaptığı katkıları anmak, sanıyorum giderek artan bir önem taşıyor. Schumpeter’in bütün analizlerini sınırlı bir yazı çerçevesinde ele almak elbette pek mümkün değil. Ama onun ekonomi kuramına ve dünya düşünce tarihine yaptığı katkıyı şöyle bir anmak zorunlu görünüyor. Schumpeter’in ortaya attığı ‘yaratıcı yıkım’ kavramı, sadece onun akademik kariyer amacıyla geliştirdiği entelektüel bir uğraşın sonucu değildir. Tam tersine, tıpkı bugün gibi derin sarsıntıların yaşandığı, Shumpeter’in içinde bulunduğu, Türk ve Avusturya İmparatorluklarının tarihten silindiği, 1. Dünya Savaşı ve bir süre sonra patlayan 2. Dünya Savaşı ortamında ortaya çıkmıştır.
Peki, Joseph Alois Schumpeter kimdi? 8 Şubat 1883’de, Avusturya İmparatorluğu’nun Moravya bölgesindeki Triesch’de doğdu. Kumaş fabrikatörü olan babasının erken yaşlarında ölmesi belli ki Joseph Schumpeter’in yaşam çizgisinde önemli oldu. Annesinin ikinci kocası Sigismund von Kéler, Avusturya ordusunda bir subaydı ve onun Viyana’daki birliklerin komutanı olarak atanması Schumpeter’in taşradan İmparatorluk başkentine gelmesini sağladı. Viyana’nın en seçkin liselerinden birinde eğitim almak fırsatını buldu. 1901 yılında ise Viyana Üniversitesi’nde hukuk fakültesine yazıldı. Burada ‘Viyana Okulu’ denilen ekonomik kuramın önce gelen temsilcilerinden Eugen von Böhm-Bawek’in öğrencisi olması, onun yazgısını değiştirdi. Böhm- Bawerk ücretlerin arz ve talep ile belirlendiğini, kârın sosyal hasılanın başlıca etmeni olduğunu ileri sürüyor ve arz-talep dengesi üzerine kurulmuş, dengenin esas olduğu bir serbest piyasa ekonomisinin varlığını tasavvur ediyordu. Nitekim Schumpeter’in ilk ekonomik çalışmalarında denge içindeki bir serbest piyasa tasavvurunun etkileri seziliyordu. Lâkin dönemin Viyana’sında her çeşit düşünce filizleniyor, genç Schumpeter de çeşitli düşünce akımlarıyla tanışmak fırsatını buluyordu. Viyana’daki öğrencilik yıllarında geniş bir tarih ve sosyoloji bilgisi edindiği bellidir ve edindiği bu çok yönlü kültür birikiminin Schumpeter’in kendi özgün yolunu çizmesinde, kendi düşünce sistematiğini geliştirmesinde ve adını düşünce tarihine yazdırmasında rol oynadığı kesindir.
Yükselen yeni dünyaya güçlü çıpa
Yaşam kaygısının ilk yıllarından beri öğretim üyeliğinin ve akademik çalışmaların Schumpeter’i mıknatıs gibi çektiği; ancak politika ve ekonomik karar mercilerinde görev üstlenmenin adrenalin artırıcı zevkinden kendisini uzak tutamadığı da yaşam öyküsünde görülüyor: Şimdi Ukrayna’da bulunan Czernowitz Üniversitesi, onun akademik kariyerinde kısa sürmüş bir başlangıç noktasıdır. 1913 yılında öğretim üyeliğine kabul edildiği Graz Üniversitesi tekrar taşradan kurtulmanın önemli bir adımı, 1913-1914 yılında Columbia, -[ABD]-, Üniversitesi’ne konuk öğretim üyesi olarak davet edilmesi ise yükselen yeni dünyaya atılmış güçlü bir çıpadır.
1919 yılında Berlin’de Alman hükümetinin kurduğu bir sosyal ekonomik komisyonda görev alması ise akademik dünyanın dışına kurulmuş güçlü bir köprüydü. Bunu, Avusturyalı sosyalist Karl Renner’in 1919 yılında Hristiyan-Sosyal partisiyle kurduğu koalisyon hükümetinde maliye bakanı atanması izledi. Artık Avusturya İmparatorluğu tarihe karışmış, bir ulus devlet ortaya çıkmıştı. Böyle bir ortamda özgür düşünceli Schumpeter bu görevinde ne sosyalistlere ne de Hristiyan-sosyal partisine yaranamadı. Kısa sürede görevinden ayrıldı. 1921 yılında ise ‘Biedermann’ özel bankasının başkanlığını üstlendi. Şansını özel sektörde deniyordu. Ama banka üç yıl sonra battı. Schumpeter’in elindeki varlığı da bankayla birlikte battı.
Şimdi yeniden akademik çalışmalara ve üniversiteye dönmek zamanıydı. 1925 yılında Bonn Üniversitesi’nin maliye bölümüne profesör oldu. Artık yönünü çizmişti. Araştırma ve yazılarıyla adı duyuluyordu. 1932 yılında Harvard Üniversitesi’nden bir davet aldı. Oraya gitti ve son iki büyük eserini de orada verdi. ‘Ekonomik Döngüler’,-[Business Cycles, 1939]- ve özellikle de ‘Kapitalizm Sosyalizm ve Demokrasi’ -[1942]- , Harvard döneminde dünya düşünce tarihine kazandırdığı başyapıtlardır. Joseph Shumpeter’in, Avusturya İmparatorluğu’ndan Avusturya ulus devletine, politika, bankacılık, üniversite; Viyana Üniversitesi’nden Harvard’a uzanan heyecan dolu yolculuğu Amerika Birleşik Devletleri/Connecticut/Taconic’deki evinde 8 Ocak 1950 günü sona erdi.
Değişimin itici motoru girişimci tekeller
Bütün akademik çalışmalarında Schumpeter, serbest piyasa ekonomisinden ve kapitalist sistemden yana olmuştu. Ama ekonomik olgular üzerine yaptığı incelemeler onu çağdaşı ekonomistlerden farklı bir noktaya taşıdı. Kapitalist sistem içinde tam rekabetçi bir sistemin hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmediği görüşünü ileri sürüyordu Schumpeter. Tekelleşme eğiliminin sisteme özgü bir gerçek olduğunu düşünüyor, ama bunu olumlu buluyordu. Evet tekeller rekabetçi değildi. Çünkü onlar ilk aşamada yenilikleri uygulayacak güce ve girişimci zihniyete sahip oluyor, ekonomik değişimin itici motorunu oluşturuyorlardı Schumpeter’in öğretisinde.
Kapitalizmin doğası hiçbir zaman durağan değildi ve ekonomik yapılar sürekli değişiyordu Schumpeter’e göre. Endüstriyel yapılar, üretim yöntemleri ve teknolojisi sürekli olarak değişiyor, yeni yapılar ortaya çıkıyordu. Yenilikçilik, yani ‘innovation’ ve dinamik bir girişimcilik zihniyeti iç içe geçiyor; bu da sürekli büyümeyi ve teknolojik ilerlemeyi besliyor, kapitalizm kendi içinde sürekli bir devrim yaşıyordu. Buhar motorundan benzin motoruna veya elektrik enerjisine geçiş gibi sadece bir teknolojik atılım yaratmakla kalmıyor, üretimin teknik ve yöntemlerini de değişime uğratıyordu. Yeni yapılar yaygınlık kazanıyor ve eski olanı ekonomik döngünün dışına atıyordu. İşte, yıkımla yeniliğin iç içe geçtiği bütün bu değişim sürecine Schumpeter ‘yaratıcı yıkım’ adını vermişti. Çünkü değişim zamanı gelince ekonomi yeni bir şeyler yaratıyor, ama pek çok şeyi de yıkıyordu. Schumpeter, ‘yaratıcı yıkım’ sürecini kapitalizme özgü bir olgu gibi düşünüyor, bunda da bir ikilem, bir ‘paradoks’ görüyordu. Tekelleşme sürecinin bir noktadan sonra ‘bürokratik yapılara’ dönüşme tehlikesine dikkat çekiyordu. Çünkü bürokratik yapılar, yine Schumpeter’e ‘yaratıcı’ atılımlardan çekiniyor, risk almak istemiyordu. Bu ‘girişimci’ ruhun azalması anlamına geliyordu. Bu aşamada ise Schumpeter’in çözümlemesine göre, ekonomiye az sayıda tekel egemen olmaya başlıyordu.
Ekonominin ön kapısındaki asıl büyük değişimler
20’nci yüzyılın başından bu yana kurulu bütün ekonomik yapılar büyük bir alt üst oluşu yaşıyor. İnternet, bilişim, sanal bir ekonomi modeli ve sosyal medya 20’nci yüzyıl ekonomileri üzerinde derin bir yıkıma neden olurken, asıl büyük değişimin etmenleri ekonominin ön kapısından güçlü bir biçimde devreye giriyor: Yapay zekâ, robotik ve e-ulaşım yeni sektörler yaratmak ve eski sektörleri yıkmak; eski endüstriyel yöntemleri yeni endüstriyel yöntemlerle değiştirmek üzere harekete geçmiş geliyor. Joseph Schumpeter’in güncelliği ise tam da bu noktada başlıyor ve ‘yaratıcı yıkım’ kavramı içinde yaşadığımız küresel krizi anlamak için devreye giriyor.
Bir yandan var olan ekonomik yapı ve eski teknolojiler hızla yıkılıyor, yerlerini yukarıda adını andığım teknolojiler almaya başlıyor. Çoğunluğu ABD ve Çin kökenli olan tekno-girişim kuruluşları veya tekeller bu yeni teknolojileri buluyor, uyguluyor ve yaygınlaştırıyor. Bir süre sonra ise yeni teknolojilerin ekonomik-endüstriyel yapının başat unsurları olmalarına tanıklık edeceğiz. Burası kesindir. Yarışın kazananı kim, ABD mi yoksa Çin mi olacaktır? Bu sorunun yanıtını ise henüz bilmiyor ve bilemiyoruz. Ama bütün bu süreci anlamak, bir gelecek perspektifi kurabilmek için, Joseph A. Schumpeter’in yapıtlarını, özellikle de Türkçesi de yayınlanmış olan ‘Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi’ başlıklı eserini okumak zorunludur diye düşünüyorum.