Sınıfsız ve güvencesiz: Prekarya
Sabah hangi işe gideceğini bilmeden uyanmak nasıl bir duygudur? Akşam eve dönecek parayı kazanıp kazanamayacağını, önümüzdeki ay faturalarını nasıl ödeyeceğini bilmeden yaşamak nasıl bir hayattır?” Modern çağın çalışma hayatına getirdiği bu belirsizliği ve güvencesizliği tarif eden Guy Standing’in “prekarya” kavramı, Türkiye’de de artık milyonlarca insanın gerçeği.
Standing, prekaryayı “güvenli istihdamdan yoksun, sürekli ekonomik ve sosyal belirsizlik içinde yaşayan yeni sınıf” olarak tanımlıyor.
Bu yeni sınıfı oldukça geniş bir iş spektrumunda değerlendirmek gerekiyor. Sadece moto-kuryeler, ya da Uber/Tag sürücüleri yok. Mahallenizde her geçen gün sayısı giderek artan kahve dükkanlarında saatlerce bilgisayarıyla parça başı iş yapmaya çalışan freelance tasarımcılar ve yazılımcılar da bu sınıfa dahil. TFCP’nin raporuna göre, Türkiye’de serbest çalışanların sayısı şimdilik 2 milyonun üzerinde. Bu değişimin ardında dijital platform ekonomisinin yükselişi, iş gücü piyasalarının esnekleşmesi ve sosyal güvenlik ağlarının zayıflaması yatıyor.
Her gün yeni iş, her gün yeni belirsizlik
“Esnek çalışma” adı altında sunulan bu iş modelleri, aslında birçok kişi için esneklikten çok güvensizlik anlamına geliyor. Moto-kuryelerden freelance çalışanlara kadar pek çok kişi, sabit maaşın ve sosyal güvencenin olmadığı, işlerin günübirlik değiştiği, gelirlerin haftadan haftaya dalgalandığı bir dünyada yaşıyor. ILO verilerine göre, Türkiye’de moto-kuryelerin yüzde 72’si herhangi bir sosyal güvenceye sahip değil. Üstelik iş kazaları ve trafik riskleri, her gün motosiklet üzerinde kilometrelerce yol yapan bu çalışanlar için hayatı adeta bir kumar haline getiriyor.
Peki bu motokuryelerin eğitim durumunu merak ettiniz mi? İstanbul Planlama Ajansı’nın 2021 tarihli “İstanbul’da Kurye Olmak” raporuna göre her üç kasktan birinin altında üniversite diploması var. Yani, trafikte sipariş yetiştiren her üç gençten biri dört yıl boyunca akademik bir eğitimi tamamlamış, ama sonunda kask takarak günlük geçimini sağlamak zorunda kalmış. Bu tablo sadece bireysel dramları değil, sistemsel bir sorunu gösteriyor. Gelin bu soruna birkaç isim düşünelim: Sessiz mezun krizi, beşeri sermaye israfı ya da eğitimli prekarya!
Belirsizliğin yeni normali
Prekarya, sadece ekonomik değil, psikolojik bir yük altında da eziliyor. İş ve gelir belirsizliği, geleceğe dair umutları zedeleyip, toplumsal aidiyet duygusunu yok ediyor. Bu yüzden de Guy Standing, prekaryanın sadece ekonomik bir sorun olmadığını, aynı zamanda demokrasi ve toplumsal barış için de tehdit oluşturduğunu savunuyor.
Prekarya, sosyal adaletsizliği derinleştirirken, toplumun büyük bir kesimini sistem dışına itiyor ve mevcut siyasi düzenlere karşı duyulan güveni hızla eritiyor. Avrupa’da prekaryanın yüzde 30’u aşırı sağ hareketlere destek verirken, Türkiye’de özellikle gençler arasında siyasetten kopuş ve bireysel kurtuluş arayışları yaygınlaşıyor. Bu durum, gelecekte daha derin toplumsal sorunların habercisi olabilir.
Ne yapılabilir? Uluslararası uygulamalar
Sorunun farkına varan ülkeler çeşitli çözümler üretmeye de başladılar. Örneğin, Danimarka’nın uyguladığı “flexicurity” modeli, esnek iş piyasası ile güçlü sosyal güvenlik sistemlerini birleştirerek düşük işsizlik ve yüksek iş güvencesi sağlamayı başardı. Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde de “minijob” ve “mini-werk” uygulamalarıyla düşük gelirli işlerde çalışanlara sosyal güvenlik hakları kazandırıldı.
İtalya, platform işçilerini kapsayan yeni düzenlemeler yaparak gig economy çalışanlarına toplu pazarlık hakkı tanıdı. OECD ve ILO gibi kurumlar, geleceğin iş dünyasına uyum sağlayabilmek için yaşam boyu öğrenme, dijital beceri geliştirme ve taşınabilir sosyal haklar sistemlerinin acilen yaygınlaştırılması gerektiğini daha sık vurgulamaya başladı. Birleşmiş Milletler ise 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri içinde “insana yakışır iş ve ekonomik büyüme” başlığıyla prekaryaya dikkat çekti.
Giderek büyüyen ve öfkelenen prekaryanın Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yaratacağı iktisadi ve siyasi sorunlar çok daha yüksek olsa da bu konuda neredeyse hiç adım atmıyoruz. Oysa, gelecek bugün atılacak adımlarla şekilleniyor. Türkiye’nin bu yeni sınıfa yönelik kapsamlı politikalar geliştirmesi gerekiyor.
Ne yapılabilir? İlk akla gelen önerilerden biri gelir kayıplarına karşı koruyucu “otomatik gelir destek” mekanizmalarının geliştirilmesi olabilir. Platform çalışanlarının sosyal güvenlik primlerinin devlet ve işveren iş birliğiyle karşılanması yaygınlaştırılabilir. Sosyal sigorta sistemlerinin “taşınabilir” hale getirilerek çalışanların iş değiştirdiklerinde bile haklarının korunması düşünülebilir.
Bunun dışında kolektif temsil ve dijital sendikalaşma teşvik edilebilir. Yukarıda bahsettiğim bütün bu önerilerin iş güvenliğinin ve sosyal güvencenin sağlanmasına yönelik adımlar olduğunu not edelim. Aynı derecede önemli olan bir başka politika alanı ise yukarıda bahsettiğim sessiz mezun krizi! Unutmayalım: henüz başlangıç aşamasını yaşadığımız yeni sanayi devrimi mavi yakadan daha çok beyaz yakanın işlerini elinden alacak nitelikte ve biz bu beşeri sermaye israfını çözmek için hiçbir şey yapmıyoruz.
Tehlike değil uyarı
Küresel ölçekte belirsizliklerin giderek arttığı bu dönemde adaleti ve sosyal güvenceyi merkeze alan yeni bir toplumsal sözleşmeye duyulan ihtiyaç giderek artıyor. Ne dünyada ne de Türkiye’de prekarya gerçeğini yok saymak artık mümkün değil. Bugün bu sınıfın sorunlarına eğilmek ve onların yaşadığı zorluklara somut çözümler üretmek, toplumsal barışı ve ekonomik sürdürülebilirliği sağlamak açısından kritik öneme sahip.
Ekonomi politikalarının merkezine güvenceli esnek istihdam modellerini yerleştirmek ise artık bir zorunluluk. O yüzden prekaryayı tehlikeden daha ziyade gerçeğin ta kendisini gösteren bir uyarı olarak görüyorum. Bu uyarıyı doğru okuyabilen ülkelerin geleceğin dünyasında daha adil ve kapsayıcı bir toplumu inşa edebileceklerini düşünüyorum.