Sınırın güneyinde güneşin batısında: Faiz hadleri, Türk sanayisi, güvenlik, enerji ve tedarik
“Sınırın gerçek yerini – yani haddini – yalnızca onu aşan bilir.” Hunter S. Thompson
2022 yılında Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle dünya yeni bir gerçeğe uyandı. Güvenlik ve enerji gündemin tepesine yerleşti.
Öncesinde 2020 – 2021 döneminde ise COVID-19 salgını başka bir gerçeği hatırlatmıştı: Tedarik.
Tedarikten güvenliğe: Değer zincirinin zihniyeti değişiyor
Anında envanter (just-in-time) yönetimi yerini gerektiğinde envanter (just-in-case) anlayışına bıraktı. Değer zincirleri navlun süresini gözetir şekilde yeniden şekillendirildi. Ancak coğrafi yakınlık (near-shoring) artık yeter koşul değil. Zihniyet birliği (friend-shoring) yola çıkılacak iş ekibinin en önemli kıstası.
Sıcak savaş tehdidinde Almanya sene başında yeni bir hükümet kurdu. Siyaset üstü yaklaşımla kamu maliyesi savunma sanayi ve fonlarına önemli ölçüde yatırım kararı aldı. Bu hafta meclisten geçecek bütçede 52 milyar Euro ilave kaynak ayrılacak.
ABD, LNG ihracatıyla küresel enerji denkleminde merkezi bir role doğru ilerliyor. 18 Şubat tarihli “Tarife Adam” başlıklı yazımızda Trump’ın amacını deşifre etmiştik. Ancak Avrupa’nın Rus gazına bağımlılığını azaltmak için daha geniş bir vizyona ihtiyacı var: Karaya döşeli doğudan batıya yeni boru hatları. Avrupa’da doğal gaz fiyatı megavat-saat başına 27 Euro seviyesine kadar geriledi. Muhtemelen kış sezonunun tamamlanıp stok endişesi geçtiğinde daha düşük seviyeler belirecek. Piyasa pozisyonlanması bu yönde.
Almanya’nın dönüşümü: Ucuz enerjiden stratejik sermayeye
Alman sanayisi, yeniden uygun maliyetli enerjiye kavuşarak toparlanma sürecine giriyor. Geçtiğimiz hafta açıklanan sınai üretim aylık %1,8 oranında artışla beklentileri geçti. Fabrika siparişleri de %1,5 artış kaydetti. Ancak Ağustos ayında geleneksel tatil dönemi ve fabrika onarımlarının da etkisiyle otomotiv üretimindeki %18,5’lik düşüş hâlâ hafızalarda.
30 Haziran günü “Alman Sanayisi” başlıklı yazımızda daha iyi günlerin kapıda olduğunu değerlendirmiştik. Evet daha iyi günler geldi ve geliyor ancak ufak bir ayrıntıyla. Çin’in piyasaya sürdüğü ucuz ürün arzına karşın Almanya, fiyat rekabetine omuz silkiyor. Üretim anlayışı tüketime yönelik seri üretimden nitelikli teknolojik yatırımlara kayıyor. Son veride ivme sermaye (yatırım) mallarından geldi. Bunun içerisinde savunma sanayisi önemli yer tutuyor.
Avrupa’nın ve beraberinde Almanya’nın güvenlik ve enerji dengesinin Türk sanayisinde izdüşümü doğrudan yansıyor. Türkiye artan tüketim malı ithalatını yüksek teknoloji ve sermaye malı ihracatıyla finanse eder hale geliyor. Geçtiğimiz hafta açıklanan sınai üretim verisinde büyüme verisinden ayrışan trendler belirginleşiyor. Büyüme verisinde dayanıklı mal tüketimi rekor otomotiv satışlarıyla artarken sanayide dayanıklı mal üretimi zayıf. Dayanıklı mal üretimi Ekim ayı itibariyle %9 oranında daralmış durumda. Hizmet sektörü büyürken hanehalkının hizmet tüketimi yavaşlıyor. Hanehalkının dayanıklı mal tüketimi üçüncü çeyrekte %10,7 oranıyla çift haneli artış kaydetti. Hizmet harcamaları ise %2,1 oranına yavaşladı. Savunma teçhizatının ayrılmaz parçası bilişim hizmetleri ise üçüncü çeyrek büyüme verisinde %6,3 oranında artış kaydetti. Çünkü Almanya’nın savunma sektörüne yönelik sermaye malı üretimi çift hanede %12 arttı. İlgili sektörün ihracatı %19,3’lük artışla analizi somutlaştırıyor. 2 Haziran tarihli “Buluttan Çakan Kıvılcımlar” başlıklı yazımızda da incelediğimiz üzere Türkiye, iç piyasada ucuz ithalatla fiyatları ve talebi dengelerken, üretim tarafında sermaye (yatırım) malları ile hizmeti de içeren yüksek teknolojiye doğru belirgin bir yön değişikliğine giriyor.

Türkiye’de ayrışma netleşiyor: Tüketim başka, üretim başka
Bu tablo, Türkiye’de gözlemlediğimiz üretim kompozisyonu değişimini küresel ölçekte doğruluyor: dayanıklı tüketim mallarındaki daralmaya karşın sermaye malı ve teknoloji odaklı üretimin güç kazanması artık sadece yerel değil, Avrupa’nın yeniden şekillenen değer zinciri ile uyumlu küresel bir eğilim. Türkiye, en önemli ihracat ortağı Almanya ile benzer kaderi paylaşıyor. Salgın öncesine göre dayanıklı mal üretimi %33 artarken sermaye malı üretimi %79 artmış durumda. Bunun Türk sanayi yapısında kalıcı bir değişme yol açacağı kesin:
Sermaye (yatırım) malı savunma sanayi kaynaklı bilişim (hizmet) üretimini ve teknoloji ihracatını tetikliyor.
Avrupa’nın güvenlik sorunu Türkiye için bir fırsata dönüşmüş durumda.
Tüketiciye yönelik kurulmuş sermaye yoğun entegre tesis ve ağır sanayi için zor bir dönem.
Yurt dışı değer zincirinde konumlanan KOBİ’lerin ölçek esnekliğinden faydalanarak hareket alanı bulunuyor.
Genç nüfustaki işsizlik ve gelir eşitsizliği ise bu yapısal dönüşümün en belirgin risk unsurları arasında.
İnce çizgi: Faiz Hadleri, ölçek esnekliği ve büyümenin kalitesi
TCMB’nin faiz hadleri bu ince sınır çizgisini şekillendiriyor. SAMEKS – PMI ayrışması ölçek esnekliğini gözler önüne seriyor. Tüketici – üretici ayrışması ise fiyat istikrarını belirliyor. Merkez bankasının mesuliyeti gelir eşitsizliğini azaltacak dengeyi kurabilmek.
Büyüme kompozisyonunda kalitenin artması iyi bir şey. Ancak Türkiye gibi kalabalık nüfuslu bir ülkede hacim de gerekli. Kompozisyondaki değişim sanayiyi hâlâ pozitif büyüme bölgesinde tutabiliyor: %2,2 yıllık artış. Tabii potansiyel altı. Dez-enflasyon sürecinde belki katlanılabilir. Ancak sonrasında genç nüfusun istihdam ihtiyacının karşılanması gerekecek. Bu yüzden de fiyat istikrarını tolerans eşiklerinden çıkarmayacak ölçüde faiz indirimleri giderek daha gerekli hâle geliyor.
Yazının başlığını atan Murakami’nin betimlemesiyle: Bayık bir döngüde giderken insanın içinde bir şeylerin yitmesi gibi. Sanki insanı güneşin batısına doğru yürümeye zorlayacak kadar buruk bir his. Her halükârda sınırın güneyindeki hayal kırkılıklarından bambaşka bir raddede.
150 baz puan piyasadaki tedirgin kesim beklentisinin üzerindeydi. Aslında reel faiz hâlâ çok yüksek. Artık talep fiyatları değil, fiyatlar talebi şekillendiriyor. Merkez bankasının görmeyi arzuladığı dinamik. Fason üretimin ağırlığı azalırken kur üzerinden ihracatın sübvansiyon ihtiyacı geriliyor. Çünkü yüksek bedelli güvenlik sözleşmeleri kur seviyesine aldırmıyor. Enflasyon üzerindeki riskler azaldıkça bu sene gerçekleşmeyen yüklü faiz indirimlerini üretimin potansiyel trendinden kopmaması için 2026 yılında görebiliriz.