Suçlu değil başarılı: Tekstil ve hazır giyim

İktisat tarihine baktığınızda gelişmiş ülkelerin sanayileş­me süreçlerine tarıma dayalı sa­nayiyle başladığını görürsünüz. Tekstil ve hazır giyim de bu sü­reçte başrol oynamaktadır. Bu durum İngiltere, ABD, Çin gibi farklı zamanlarda başarıyla sa­nayileşen ülkelerin hepsi için ge­çerlidir.

Türkiye de, diğer ülkelerle benzer bir şekilde, sanayileşme­yi ve ihracatı tekstil ve hazır gi­yimle öğrenmiştir. Yeni bir sana­yi devriminin, dijital dönüşümün eşiğinde Türkiye’nin net ihracat açısından en başarılı iki sektörü­nün tekstil ve hazır giyim olma­sı sektörün suçu değil başarısı­dır. Burada eleştirilmesi gereken bir kurum varsa o da ekonomi ve kalkınma politikasını belirle­yen karar alıcılardır.

Enflasyonla mücadeleyi kuru ve talebi baskı­lamaya indirgeyen; sanayi, tica­ret, tarım gibi alanlarda yapısal reformları erte­leyen; emek yoğun sek­törlerden bir itiraz gel­diğinde de “Türkiye’nin tekstil ve hazır giyim sektörlerinden çıkma­sının zamanı gelmiştir” gibi açıklamalar yapan ekonomi bürokrasisidir.

Haklı şikayetlere kulak tıkıyoruz

Daha önce de yazdım: kişi başı milli gelir açısından bizim iki ka­tımızdan daha fazla bir gelire sa­hip İtalya ve İspanya gibi ülkeler­de en zenginler listesinin başın­da hazır giyim sektöründe ya da işlenmiş gıda sektörüne marka­laşmayı başarabilmiş kişiler yer alıyor.

Bu ülkeler tekstil ve hazır giyim sektöründen çıkmak yeri­ne bu sektörlerde gerekli dönü­şümü nasıl sağlayabileceklerine, değer zincirlerini nasıl sağlam­laştırabileceklerine kafa yoruyor. İsteyen bu ülkelerin kalkınma strateji belgelerine bakabilir. Biz ise bu sektörlerde dönüşümü na­sıl sağlayacağımızı, 2024 yılında başlayan darboğazdan net ihra­catçı sektörlerimizi nasıl kurta­racağımızı düşünmek yerine sek­tör temsilcilerinden gelen haklı şikayetlere kulak tıkıyoruz.

Ben de bu satırlardan bir kere daha tekstil ve hazır giyim sek­törünün kısa vadeli problemle­rinden bahsedeyim. İhracatçı yaklaşık 20 aydır uygulanan kur politikası ile çok zor bir dönem­de. Enflasyonla döviz kuru ara­sındaki fark her geçen gün büyü­yor. Üstelik enflasyon da düşmü­yor. Yani hem hane halkının hem de üreticinin yaptığı fedakarlığın sonucunu enflasyon verilerin­de göremiyoruz. Öyle bir nokta­ya geldik ki, ülkeye döviz çekmek için cazip bir faiz ortamı yaratıp geri ödemek üzere borçlanıyo­ruz. Bu bonkörlüğü üretim yapıp istihdam sağlayarak ülkeye kalı­cı olarak döviz getiren sanayici­ye ve ihracatçıya göstermiyoruz.

İstatistikler de sizi çok aldat­masın. İhracat bağlantılarının kurulması uzun yıllar gerekti­riyor. Alınan siparişler orta ve uzun vadeli sözleşmelere dayalı olarak yapılıyor. Bir pazarın kay­bedilmesi durumunda da yeni­den kazanılması uzun yıllar alı­yor. İşte bugün yıllar yılı verilen uğraş sonucunda dahil olunan üretim zincirlerinden çıkmamak için ihracatçımızın zararına satış yaptığı kritik bir noktadayız. İh­racatçının zarar etme pahasına satış yapmasının bir başka nede­ni de daha cazip ihracat kredile­ri için ihracat taahhüdünü kapat­ma ihtiyacı. Bugün birçok sanayi­cinin işyerini kapatması halinde kıdem tazminatını ödeyecek ser­mayesinin olmadığını da saha gözlemlerinden biliyoruz.

Kapsamlı bir eylem planı şart

Geçen haftalarda da yazdığım gibi 2025 yılında çok ciddi bir uyumsuzluğun sancılarını çeke­ceğiz. Bizim üretim desenimiz, ihracatımızın teknolojik yoğun­luğu, rekabet kurgumuz dolar ba­zında kişi başı milli gelirimizle uyumlu değil. Özellikle Batı böl­gelerimizde işgücü maliyetleri mevcut kur politikasından dola­yı 1.500-2.000 euro arasında de­ğişiyor.

Zaten yoksulluk sınırının altında maaş alan çalışanların ücretini TL cinsinden düşürme­memiz gerektiğine göre geriye tek bir çare kalıyor. Eğer bir an önce mevcut programda kapsam­lı bir revizyon yapmazsak ihra­cattan istihdama birçok alanda problemler derinleşir. Bir son­raki aşama da işten çıkarmalar­la beraber özel sektörün ciddi bir borç sarmalına girmesi olur.

Peki ne yapmalı? Bu hafta yer kalmadığı için çözüm önerileri­ni haftaya bırakıyorum. Ama en azından şunu bir “spoiler” ola­rak yazayım: Türkiye’nin dış po­litikası ülkeyi zenginleştirecek bir yapıda olmalı. Özellikle Suri­ye’de siyasetçinin değil sanayici­nin kazanması için kapsamlı bir eylem planı hazırlanmalı.

Yazara Ait Diğer Yazılar