TL’nin değerlenmesinin görülmeyen sonuçları

Son günlerde TL’nin “aşırı” değerli olup olmadığı kamuoyunda tartışma konusu edili­yor. Evet… Doğrudur. Mevcut ekonomik gös­tergeler bir “değerlen­meye” işaret ediyor.

Peki, “aşırı” mı? Eğer öyleyse, neye göre aşırı?

Bunlar iktisat biliminde de önemli tartışma konuları. Ama bu konuyu mevcut yazıda ele al­madan şimdilik başka yazıla­ra bırakmakta yarar var. Ekono­mik gelişmeler bu şekilde de­vam ederse, zaten ileride böyle bir yazıyı yazmak zaruri hale ge­lecektir. Şimdi çok daha önemli bir konuyu ele almak lazım. İk­tidara geldiğinden beri Ak Parti TL’nin değerlenmesi sayesinde toplumun çok büyük bir kesimi­ne “fazladan” refah sağlamış ol­du. Uzun yıllar yüksek seyreden enflasyonu da bu sayede düşü­rebildi. Bunu yaparken de ulus­lararası piyasalardan akan ser­mayenin oluşturduğu TL talebi­nin sağladığı olanakları kullandı. Güçlü TL, Ak Partinin 2018 yılı­na kadarki refah modelinin ana unsuru olmuştur. Ancak bugün böyle TL’nin değerlenmesini sağ­layacak yurtdışından o günler­deki gibi sermaye akımları yok. O yüzden TL’nin kendi kendine, serbest piyasa koşullarında de­ğer kazanmasının olanakları yok.

Bu kez aynı refah modelinin uy­gulanabilmesi için TCMB’nin sa­hip olduğu rezervlerle piyasaya müdahale etmesine ve TL’nin ca­zibesini arttırmak için faizlerin yüksek tutulmasına ihtiyaç var. Lakin geçmişte sonuç alınan bu yöntem, bugün aynı sonucu ver­miyor. Öncelikle dışarıdan ser­maye girişi yok. Enflasyon ise geçmiş yıllardan çok fazla. Hatta bu kez TL’deki artışlar enflasyo­nun kontrol edilebilmesi için sı­nırlandırılmak zorunda.

Ama çok daha önemlisi mevcut koşullarda TL’nin değer kazanmasının do­ğurduğu “fazladan” refahtan bu­gün toplumun çok dar bir kesimi­nin yararlanması dikkat çekiyor? Hatta bu durum, enflasyonu dü­şürmesi beklenen TL’nin değer­lenmesinin bizzat enflasyonist sonuçların oluşmasına neden olu­yor. Bugün TCMB kendince dolar kurunu baskılayarak ithal girdi­lerin fiyat artışlarını sınırlamayı amaçlıyor.

Bunun nedeni ekono­minin ithalata bağımlılığı ve bu it­halatın ağırlıklı olarak dolarla ya­pılmasıdır. Bu şekilde ekonomide kur artışlarından kaynaklanacak “maliyet” enflasyonunu kontrol edilmek istenmektedir. Ekonomi yönetimi açısından bu, yan etkile­ri önemsenmeyen, gerçekten çok iyi niyetli bir çabadır. Lakin bu politikanın birçok yan etkisi de mevcuttur. Özellikle gelir dağılı­mı sorunlarının had safhaya çık­tığı Türkiye’nin bugünkü koşulla­rında, bu eşitsizliklerin yarattığı “ekonomik kutuplaşmalar” kur­ların baskılanması yoluyla yapı­lan enflasyonla mücadeleyi zora sokan birtakım yan etkiler doğur­maktadır. Amacım sadece bugüne kadar kamuoyunda hiç konu edil­meyen bu yan etkilerden birine dikkat çekmektir.

Enflasyonist süreç devam ediyor

Konuyu kısaca şöyle anlatayım. Reel efektif kur bir ülkenin üre­timinin sadece uluslararası piya­salara çıkarabildiği bölümünün dünyadaki rekabet gücünü göste­rir. Genellikle nominal kurlar da bu rekabet gücünün kontrolün­de kullanılan bir müdahale aracı olarak kullanılır. Fakat ekonomi­de enflasyonist süreç devam eder­ken, nominal kuruların enflasyon oranı kadar artmasına izin ver­memek, ister istemez TL’nin re­el olarak değer kazanmasına yol açmaktadır.

Bu da ülke ekonomi­sinde üretilip, uluslararası piya­salarda satılabilecek ürünlerin bu pazarlarda rekabet gücünü za­yıflatmaktadır. Ancak ekonomide üretilenlerin tamamı uluslarara­sı piyasalarda işlem görecek nite­likte değildir; çoğunluğu yerel dü­zeyde üretilip, tüketilen hizmet­lerden oluşmaktadır. O yüzden uluslararası rekabete maruz kal­mazlar. Örneğin ülke içinde yürü­tülen hizmet, ticaret ve inşaat gibi faaliyetleri yerel düzeyde edine­bilmek ve tüketebilmek mümkün­dür; dışarıya satılamazlar. Bu tarz ürünlerden yararlanmak isteyen yabancılar da ekseriyetle Türkiye ekonomisin sınırları içinde bun­lardan yararlanabilirler.

İhracat zorlaşacak ithalat kolaylaşacak

Bu ayrım neden önemli derse­niz, bahsi geçen ve dünya piyasa­larında işlem görebilen malların değerinin hesaplanması kurlar­la “doğrudan” ilişkilidir. Diğer­leri ise yerel düzeyde talep edilip işlem gördüğü için döviz kuru ile “doğrudan” ilişkisi yoktu. Şimdi gelelim böyle bir ekonomik yapı içinde, enflasyonla mücadele et­mek için uygulananı “değerli” TL politikasının enflasyon üzerinde­ki olası etkilerine. Birincil etkisi herkes tarafından da tahmin edi­len etkisi dış ticaret akımları üze­rine olacaktır. TL’nin değer ka­zanması yabancılar için ihracatı pahalı hale getirirken, yerliler için ithalat ucuzlayacaktır.

Bunun so­nucunda ihracat zorlaşacak, itha­lat da kolaylaşacaktır. Tüm bunlar ekonomide dış ticaret dengesini bozacaktır. Böyle bir sonuçla kar­şılaşmamak için ekonomi yöne­timleri, ithalat artışını engelleye­cek talebin sınırlanmasına gerek duyulacaktır. Böyle bir beklenti gerçekleşebilir mi? Mevcut eko­nomik yapı ve büyümeden taviz vermeden bunun gerçekleşme­si zor. Gerçekleşse bile ekonomi­de bunun zaman alacağı yönünde güçlü işaretler var. Zira ekono­mi yönetimi piyasalardaki likidi­te düzeyini azaltarak ve ülkedeki nominal gelir artışlarına sınırla­malar getirerek, iktisadi aktörle­rin satın alama güçlerini ve bunun sonucu oluşacak iç talebi kontrol edebileceklerini düşünmektedir­ler. Ama gelirler bakımından bu derecede kutuplaşmış bir ekono­mide, bu politikaların düşük ve yüksek gelir gruplarının taleple­ri üzerinde farklı sonuçlar doğur­ması kaçınılmadır.

Tüketim malı ithalatı kontrol edilemiyor

Ekonomi yönetimi bir yandan düşük gelirli vatandaşların no­minal gelir artışlarını baskılaya­rak onların satın alma güçlerini düşürmeyi planlarken, öte yan­dan TL’nin değer kazanması yo­luyla ortaya çıkan yabancı mal satınalma gücündeki (ve tabii re­fahta) artışlardan kimlerin ya­rarlanacağına ve bunların neleri talep edeceğine çok kafa yormu­şa benzemiyor. İktisadi olarak doğal olanı, baskılanan TL’nin açığa çıkardığı satın alma gücü artışından daha çok yabancı mal satınalma eğilimi yüksek olan or­ta–üst gelir gruplarının yararlan­masıdır. Bu şekilde baskılanmış TL’nin yaratmış olduğu ek refah da üst gelir gruplarının yararına sonuçlar doğuracaktır. “Düşük” gelir gruplarının zaruri harcama­ları için gerekli satınalım gücü­nün azalmasına yol açan TL’nin değerlenmesi ile sıkı likidite po­litikası, yüksek gelir gruplarının satınalma güçlerinde ve yabancı mal taleplerinde artış yaşanma­sına neden oluyor. Bu yüzden de ülkenin tüketim malı ithalatı bir türlü kontrol edilemiyor.

Tek cümleyle çözüm mümkün değil

Ama çok daha önemli bir etki daha var. O da bu üst gelir grup­larının düşük gelir gruplarına gö­re daha fazla hizmet talebinde bu­lunmaları. Bu gruplar ithal malla­rı göreli olarak daha ucuza temin edebilecek olanaklara kavuşun­ca, açığa çıkan ek gelirleri ile da­ha fazla hizmet talep etmektedir­ler. Bu da hizmetler üzerindeki oluşturulmak istenilen talep bas­kısının zayıflamasına ve yüksek gelir gruplarının oluşturduğu ek talepler sebebiyle fiyatlarının da daha kolay arttırılabilmesine ola­nak sağlıyor. O yüzden de, hizmet fiyatları enflasyonla mücadelede mal fiyatlarına göre daha fazla di­renç gösteriyor. Peki, çözüm ne­dir? Tek bir cümle ile çözüm öner­mek mümkün değil. Ama bu yazı­da konu ettiğimiz mekanizmanın işlevsiz hale gelmesi ve baskıla­nan TL’nin gerçekten enflasyon­la mücadeleye katkı verir bir hale gelebilmesi için üst gelir grupları­na yönelik ek vergileme ve ekono­mik yavaşlamaya ihtiyaç vardır.

Yazara Ait Diğer Yazılar