Toprağın altını kazarken…

Ümit ÖZLALE
Ümit ÖZLALE umit.ozlale@dunya.com

Kanada ya da Al­manya’da eski­den altın madeni olan sahaların üzerine ya­pılan göletleri ve üze­rindeki yaşamı gör­düğümde çok etkilen­miştim. Ülkemizde de maden sahalarının ya­nında ya da maden ka­patıldıktan sonra biz­zat üstünde dikilen zeytin ağaçlarının ol­duğu yerler görebilirsiniz. Sanı­lanın aksine yeryüzünde en fazla ağaç kesilen dönemin yeraltından kömür çıkartılmadan önce yaşan­dığını da gözden kaçırmış olabi­lirsiniz.

Diyeceğim şu: Hiçbir gelişmiş ve kalkınmış ülke sanayileşme sü­recini madenciliği yok sayarak ba­şarmadı. Maden dün de sanayinin hammaddesiydi, bugün de öyle. Dün de uğruna savaşlar veriliyor­du, bugün de… Dün kömür vardı, bugün nadir toprak elementleri. Ama dünden bugüne değişmeyen bir şey varsa o da gelişmiş ülkele­rin yerüstü kadar yeraltı zengin­liklerini de aynı beceriyle kullana­bilmesi oldu. Başarılı ülkeler et­kin bir kamu denetimi ve sorumlu bir özel sektör ile İliç gibi faciaları yaşamazken başarısız ülkeler top­lumu maden ve tarım arasında se­çim yapmak zorunda bıraktı. Ba­şarılı ülkelerin hepsi madencilik, tarım ve doğa arasında sürdürüle­bilir bir dengeyi kurabilirken ba­şarısız ülkelerde verimsiz kömür sahaları bereketli tarım arazileri­ne tercih edildi.

Türkiye bugün tarım, doğa ve maden arasındaki dengeyi kur­mak zorunda. Enerji bağımlılığı­mız, sanayi üretim hedeflerimiz, yerli kaynaklarımızı verimli kul­lanmayı zorunlu kılıyor. Ama bu zorunluluk, çevreyi, tarımı, halk sağlığını ve kayırmacılığı göz ar­dı etmeyi meşrulaştırmamalı. Üs­telik bunun adı “süper izin” gibi cazip görünen ama hukuksuzluğa meydan veren bir sistemle daya­tılıyorsa buna bizden önce Türki­ye’de hakkıyla ve ülkenin yararını gözeterek madencilik yapan şir­ketler karşı çıkmalı.

Süper izin: Kalkınma maskesi altındaki keyfilik

Enerji ve Tabii Kaynaklar Ba­kanlığı’nın Birleşik Arap Emirlik­leri ile imzaladığı anlaşmalarda geçen “izin süreçlerinin kolaylaş­tırılması” taahhüdü, bugün Mec­lis’te “süper izin” adıyla yasalaştı­rılmak isteniyor. Bu model; ÇED, tarım, orman ve imar izinlerinin hızlandırılması değil, hukuken et­kisizleştirilmesi anlamına geliyor.

Yasa teklifine göre:

-ÇED süreci daha tamamlan­madan yatırım başlayabilecek,

-İlgili kamu kurumları, 3 ay içinde görüş bildirmezse “olum­lu görüş verilmiş sayılacak” (zım­ni onay),

-Kurumlar ÇED süreci içinde olumsuz görüş dahi bildiremeye­cek,

-Orman Genel Müdürlü­ğü’nün izni, ÇED olumlu kararı yerine geçecek,

-Tüm bu süreçlerin koordi­nasyonu ise Cumhurbaşkanı Yar­dımcısı başkanlığındaki bir “ku­rul” eliyle yürütülecek.

Bu kurul, çevresel, toplumsal veya bilimsel çekinceleri bir kena­ra itip, stratejik ve kritik madenler konusunda nihai ve bağlayıcı ka­rarlar verebilecek. Peki hangi ma­denler “kritik” ve “stratejik”? Gö­rebildiğimiz kadarıyla bunun net bir tanımı yapılmamış. Her şey “ileride belirlenmek üzere” askı­da. İşte bu belirsizlik, sadece do­ğayı değil, hukuku da savunmasız bırakıyor.

Zeytinlikten maden ocağına, or­mandan betonlaşmaya

Yasa teklifiyle zeytinlik sahala­rı, termik santrallerin çevresin­de belirlenen “koordinatlar” sa­yesinde madenciliğe açılıyor. Or­manlık alanlarda 24 ay boyunca bedelsiz arama ve işletme izni ve­rilecek. ÇED süreci yürütülmeden de bu işlemlere başlanabilecek.

Bu tablo şu anlama geliyor:

-Binlerce yıllık tarımsal mi­ras olan zeytinlikler maden saha­sı olacak,

-Ormanlar, şirketlere hızlıca tahsis edilecek,

-Tarım alanları, kamusal plan­lama yapılmadan özel sektöre açı­lacak,

-Kamu yararına denetim yet­kisi olan kurumlar sessiz tanık ko­numuna düşürülecek.

Üstelik bu izinler yalnızca tek­nik bir kolaylık sağlamıyor; ener­ji şirketlerine 20 yıla varan döviz bazlı alım garantileri, iletim bede­li muafiyetleri, sabit fiyat teşvik­leri ve uluslararası tahkim güven­celeri de sunuluyor.

İklim krizine karşı dirençli, toprağa bağlı bir miras: Zeytin

Biraz da zeytinden bahsedelim. Zeytin, bu coğrafyanın yalnızca bir tarım ürünü değil, binlerce yıl­lık kültürel, ekonomik ve ekolojik birikimidir. Akdeniz iklimine öz­gü bu kadim ağaç, aynı zamanda iklim değişikliğine karşı en daya­nıklı tarımsal varlıklardan biridir. Kuraklığa, yüksek sıcaklıklara ve toprak yetersizliklerine gösterdi­ği direnç sayesinde geleceğin ta­rımı için umut veren bir üründür. Dünyanın en büyük zeytin ve zey­tinyağı üreticilerinden biri olan ülkemizin yol haritası zeytinlik­lere sahip çıkarak bu üründe mar­kalaşmayı düşünmek; zeytini yal­nızca ihracat kalemi değil, kırsal­da geçimini sağlayan milyonlarca çiftçi için bir zenginlik göstergesi haline getirmek olmalıdır.

Hal böyleyken, zeytinyağı üreti­cileri yıllardır maliyet artışları ve destek yetersizlikleriyle mücade­le ederken, şimdi bir de bu yasay­la birlikte zeytinlikler madencilik faaliyetlerine fiilen açılmaktadır. Yüzyıllar içinde oluşan zeytinlik­lerin birkaç yıl süren bir maden­cilik faaliyeti için feda edilmesi, sadece doğaya değil, ülkenin ortak geleceğine karşı da bir kayıptır.

Denetimsizliğin yasalaşması

Yasanın en kritik kırılma nok­talarından biri de zımni onay me­kanizması. İlgili kurumlar 3 ay içinde görüş bildirmezse, projeye izin verilmiş sayılıyor. Bu durum bir yandan personel yetersizliği yaşayan kamu kurumlarını işlev­siz hale getirirken aynı zamanda kötü niyetli bürokratların da eli­ni kolaylaştırıyor. Neden? Çünkü imza atarak kamu zararına ortak olmak suç iken, görüş bildirme­den projeye bir anlamda izin ver­mek suç sayılmıyor.

Ayrıca kurumlar ÇED süreci sırasında olumsuz görüş bildire­mez hale getiriliyor. Kamu adı­na karar veren yapılar, şirketle­rin izin mercii haline geliyor. Bu da Türkiye’nin doğasını ve kırsa­lını bir açık hava yatırım bölge­sine çevirmek anlamına geliyor. Denetim olmadan kalkınma ol­maz. Bu denetimsizlik; önce tarı­mı, sonra doğayı, sonra kırsalı ve en sonunda da toplumun güveni­ni tüketir.

Enerji bağımsızlığı için süper izin değil, akıl ve eşitlik gerek

Elbette Türkiye enerji üretmek zorunda. Elbette maden kaynak­larımızdan yararlanmalıyız. Bu­nunla beraber enerji bağımsızlığı adı altında yerli-yabancı fark et­meksizin sermayeye sınırsız yet­ki verirsek, bunu bağımsızlık ola­rak değil bağımlılığın yeni ver­siyonu olarak görmemiz gerekir. Gerçek enerji bağımsızlığı yerli üretimle birlikte etkin bir dene­timi de içerir; teşvik değil, şeffaf­lık ve eşit rekabet gerektirir; hızlı izin değil, toplumsal onay ve ka­musal akıl ister. Bugün yapılma­sı gereken, maden, tarım ve doğa arasında bir tercih yapmak değil; bu üç alanın birlikte var olabile­ceği akıllı ve dengeli bir kalkınma modeli inşa etmektir.

Türkiye’nin ihtiyacı “süper izin” değil; güçlü bir kamusal de­netim, halkın katılımı, yerel rıza ve bilimsel akıl ile inşa edilen üre­tim politikalarıdır. Tarım, maden­cilik ve doğa birbirinin rakibi de­ğil; geleceğin birlikte kurulacağı alanlardır. Toprağın altını kazar­ken, üstündeki hayatı tehlikeye atmayalım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Hegemonya üzerine… 23 Nisan 2025
ABD ve Çin… 16 Nisan 2025
Sonumuz benzemesin… 09 Nisan 2025