Türk vatandaşı olmanın maliyeti

Türkiye Cumhuriyeti va­tandaşı olmak çok zor. Vatandaş kalmanın maliye­ti ise oldukça yüksek.

Bunu geçen hafta bir kez daha gördük. İktidarın “milli araç” olarak kamuo­yuna lanse ettiği, hepimi­zin gururu olan TOGG’un Almanya’daki satış fiyatı açıklandı. Türkiye’de her şey dâhil 2 milyon 263 bin TL olan bu araç Almanya’da 1 mil­yon 662 bin TL’ye satılacakmış. Ya­ni ilgili aracın Türkiye’de bir Türk vatandaşına maliyeti bir Almana göre yaklaşık 600 bin TL daha fazla.

Doğal olarak kamuoyu bu farkın nedenini sorguluyor.

Elbette bu araçların Türkiye dı­şında satılabilmesi için fiyatının da bu piyasadaki benzer araçların fiyatlarıyla uyumlu olması gereki­yor. Öyle ya araba satmaya çalış­tığınız ülke Almanya. Yani dünya­nın en önemli otomobil devlerinin olduğu ve bu yüzden de rekabetin olabildiğince zor olduğu bir pazar. Bu yüzden Alman arabaları ile ben­zer fiyat aralığında satılması gere­kir. Bu da ister istemez aracın Tür­kiye fiyatı ile Almanya’daki fiyatı arasında tartışmalara neden olan o fiyat farkına neden oluyor.

Ancak burada bahse konu olan farkın sanırım tek nedeni bu değil. İki ülkenin üretim süreçlerinde­ki verimlilik farklılıklarından ziya­de, bu pazarlardaki kurumsal yapı farklılıkların bu 600 bin TL’lik farkı açıklamakta önemli olduğunu dü­şünüyorum. Kurumsal farklılığı do­ğuran en önemli fark ise ülkemizde bize özgü uygulanan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) uygulamasıdır.

Dahası bizdeki ÖTV uygulama­ya göre ÖTV’nin de vergisinin alı­nıyor olması bizdeki vergi sistemi­nin Almanya’dan en önemli farkını oluşturuyor. Böyle bir verginin Al­manya’da olmaması bile bu otomo­bilin iki ülkedeki fiyatlarının cid­di orandan farklılaşmasına yol aç­maktadır.

Bu bilgiler ışığında bir TOGG aracını edinmek isteyen orta sınıf bir Türk vatandaşı, benzer ekono­mik seviyeye sahip bir Alman va­tandaşın göre daha fazla bedel öde­mek ve bu şekilde daha fazla mali­yete katlanmak zorundadır.

Bu örneğin gösterdiği sonucu bi­raz daha genelleştirirsek, Türki­ye’deki kurumsal yapının oluştur­duğu ek yükler sebebiyle belli bir refaha erişebilmek için bir Türk vatandaşının sıradan bir Almana göre daha fazla harcaması ve bu­nun için daha fazla gelir elde etme­sini gerekli kılmaktadır. Üretim ko­şulları ve üretimin verimliliği bakı­mından benzer düzeylerde olsanız bile, Türkiye’ye özgü nedenlerden dolayı kurumsal yapınızın oluştur­duğu farklar Türk vatandaşlarının hakkı olan refaha erişime mani ol­maktadır.

O yüzden bir Türk vatandaşı için Türkiye’de yaşamanın maliyeti bir Alman’a göre daha fazladır. Maale­sef bu birçok mal ve hizmet edini­minde böyledir. Özellikle ülkemiz­deki kamu hizmetlerinin temini de bir Avrupa ekonomisindekine göre zor ve maliyetlidir.

Sadece verimlilik artışları uluslararası rekabetçilik için yeterli değil

Şimdi gelelim asıl sorulması gere­ken soruya.

Bu ve benzeri kurumsal farklılık­ların üreticiler üzerine yüklediği ek maliyetler sadece teknik mana­da verimlilik artışları ile telafi edi­lemez. Belki azaltabilirsiniz. Ama ortadan kaldırabilmek ve uluslara­rası düzeyde rekabet düzeyini yer­li firmalarımız lehine elverişli hale getirebilmek mümkün değildir. Bu durumda ekonomi yöneticilerinin iki seçeneği bulunuyor.

Ya bu ku­rumsal kısıtların üretici kesimlere yüklediği maliyetleri ortadan kaldı­racaksınız, ya da bu maliyetleri sa­dece sanayiciler üzerine değil, dev­letin de dâhil olduğu toplumun tüm kesimlerine yayacak bir kur ayarla­ması yapacaksınız. Yani toplumun kabullendiği kurumsal maliyetlerin ödenmesini sürekli kılacak bir göre­li fiyat politikasına rıza gösterecek­siniz. Ekonomideki tüm kesimleri­ni de bu göreli fiyatlar etrafında in­şa edeceksiniz.

Elbette bugün Türkiye ekonomi­sinin uluslararası rekabet gücünde yaşanan erozyonun tek sebebini kur politikasına bağlamak doğru olmaz. Burada anlattığımız gibi kurumsal çarpıklıkların yol açtığı maliyetler de bunda sorumlu. Ama mevcut si­yasi koşullarda ve ekonomi yöneti­me hâkim düşünce sistematiği ve­riyken, bu kurumsal çarpıklıkların giderilmesi pek mümkün görün­müyor. Maalesef günümüzün eko­nomik koşulları altında verimlilik artışı sağlayacak yatırımların da, sanayicilerimiz tarafından yapıla­bilmesi de pek gerçekçi değil.

Bu şekilde yapılacak yatırımlar­dan şirketlerin elde edecekleri ve­rimlilik artışlarının kurumsal çar­pıklıkların ve yanlış ekonomik uy­gulamaların doğurduğu kurumsal maliyetleri yeterince telafi edebilir mi?

Bence iyi niyetli okuyucularımı­zın bu soruya kolaylıkla cevap vere­bileceğini düşünüyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar