Türkiye’de milyoner olmak
Zaman zaman Türk sağı kalkınmayı ülkedeki zengin sayısında artış gibi maddi birtakım göstergelere indirgemeye çalışmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak da kendi iktidarları döneminde zenginleşenlerin sayısı üzerinden ekonomik bir başarı ölçütü geliştirmişlerdir.
Bu kalkınmayı son derecede maddeci ve para ile ölçmeye çalışan, sığ bir yaklaşımdır.
Elbette kalkınmanın parasal imkânların artışı ile ve zenginleşmeyle ilgisi var. Ama bunlardan çok daha önemlisi toplumun sahip olduğu imkânlardaki artışlarla olan ilişkisidir. Hukuka, özgürlüklere, eğitime, sağlığa, istihdama ve gıdaya erişilebilirlik ve bunun sağlayacak örgütsel yapının oluşturulması da geniş tanımlı kalkınma tanımı içinde yer alır.
Bundan yaklaşık yetmiş yıl önceleri, bugünkü iktidarın yaptıklarından da pek faklı olmayan uygulamalar yapmış olan Demokrat Parti (DP) döneminde, Menderes’in halk ağızıyla kalkınmayı “mahallelerdeki milyoner” sayısına indirgemesi Türk sağının kalkınmaya yönelik bu yaklaşımının güzel bir örneğidir.
Menderes o yıllarda “her mahallede bir milyoner yaratmak istediğini” söyleyerek seçim meydanlarında kamuoyuna seslenmiştir.
Dikkat edilirse kimsenin derdi “bölüşüm” de adalet olmamış.
İddia edilen milyonluk zenginlikler TL cinsinden; yani dolar değil. Zaten o günlerin kurumsal yapısı içinde dolar cinsinden zenginliği telaffuz edebilmek de pek mümkün değildi.
Milyoner olmanın “geleneksel” yolu
Ekonomik kaynakların dağıtımı konusunda kontrolü elinde bulunduran iktidarlar için bu hedefi gerçekleştirebilmek zor olmasa gerek.
Ama insanların böyle bir zenginliğe nasıl ulaşacağı, hangi iktisadi faaliyetler üzerinden kendilerine bu zenginliklerin nasıl aktarılacağı net bir şekilde tanımlanmamıştır. Özellikle birçok alanda piyasa kurumunun yeterince gelişmediği koşullarda bu zenginliklerin aktarım mekanizmasının ne olacağı ve mekanizmanın nasıl işleyeceği açık bir şekilde açıklanmamıştır.
Maalesef DP yönetiminde ülkede yaratılacak milyonerlerin servetlerinin “gelir kaynaklarını” siyasi yakınlıklar oluşturmuştur.
Kırsalda ve kentlerde başlatılan bayındırlık faaliyetleri ve altyapı yatırımları belli kesimlerin zenginleşmesine ve bu şekilde “servet biriktirebilmelerine” olanak sağlamıştır. Bu servetler ülkemizdeki ticari sermaye birikimi sürecinin önünü açmıştır. Böylece ülkedeki zenginliğin kaynağını büyük ölçüde devletin kontrolü altında yürütülen kaynak tahsisleri oluşturmuştur.
Böyle bir sistem hiç bir şekilde iyi işleyen piyasa mekanizmasına ihtiyaç duymamıştır.
Fakat DP, 1950’lerin sonuna doğru bu sistemin devamı için gerekli kaynak tahsislerinde kullanacak kaynaklar bitince sıkıntıya düşmüştür. Dahası ticari faaliyetler üzerinden biriktirilen bu servetler 1950’lerin sonunda tüm gelişmekte olan ülkelerde öne çıkmaya başlayan sanayileşmenin finansmanına kanalize edememiştir. Çünkü ekonomik kaynakların kullanımı hakkında söz sahibi olan iktidar koalisyonunun katılımcıları böyle bir dönüşüme ikna edememiştir.
Bu yüzden kaynak aktarım sürecinin sonuna gelinmiş olsa da, ülke ekonomisi, ihtiyacı olan kaynakları dışarıdan borçlanmaya ihtiyaç duymadan, kendi olanaklarıyla elde edilebilecek bir yapıya dönüştürülememiştir.
İçeride sahip olunan mali kaynaklar tükenip, dışarıdan da borç bulunamayınca iktidar sonunda siyasi krizlere evrilen ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya kalmıştır.
Artık dolar milyonerlerimiz var
Bugün de buna benzer bir süreç yaşıyoruz. Ama bu kez içinde bulunduğumuz kurumsal yapı değişti. Sermaye üzerindeki kontroller kalktığı için, şimdi dolar cinsinden milyoner olabilmek mümkün hale gelebildi.
Kamu kesiminin kontrolünde yürütülen altyapı yatırımları, inşaat ve ticaret faaliyetleri günümüzde de ciddi bir ticari sermaye birikimi aracı haline geldi. Ancak ekonomide yürütülen böyle bir kaynak tahsisi bizi DP iktidarının düştüğü duruma benzer bir duruma soktu.
Geçmişteki gibi dış kaynak bulmakta sıkıntıya düşünce, bu birikim modeli yine tıkandı. Dahası ticarette biriktirilen servetlerin ülkenin döviz kazanma kabiliyetine herhangi bir katkısı yok. Mevcut şartlarda bu servetlerin sanayi faaliyetlerinin finansmanına aktarılabilmesi de mümkün değil.
Zaten enflasyonla mücadele politikalarının ortaya çıkardığı sonuçlar mali kaynakların böyle bir mobilizasyonunu imkânsız kılıyor. Onun yerine servetler faiz geliri sağlayan finansal varlıkların finansmanında kullanılıyor.
Bu kadar yüksek faiz geliri elde etmek varken, kim gider de o faiz gelirlerin yanına bile yaklaşamayacak düzeyde düşük gelir üreten sanayi faaliyetlere paralarını yatırır ki?
Son zamanlarda uluslararası kurumların yaptığı araştırmalarda da bu durumu net olarak görebiliyoruz. Bunlardan biri de, son günlerde araştırma sonuçları kamuoyuna yansıyan Dünya Nüfus Araştırmasıdır.
2028 seçimlerine daha çok dolar milyoneriyle gideceğiz
Bu araştırmaya göre, 2022 yılında ülkemizdeki dolar milyoneri sayısı 73 kişi. Aynı yılda bu milyonerlerin sayısının çalışma yaşındaki nüfusa oranı ise %0,12.
Yıllar sonra, 2024 yılında ülkemizdeki dolar milyoneri sayısının 60,787’e çıktığı anlaşılıyor. Yapılan tahminlere göre, 2028 yılında bu sayının %43’lük bir artış göstererek, 87,077’e ulaşması beklenmektedir (https://worldpopulationreview.com/country-rankings/millionaires-by-country#title). Hem de içinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntılara rağmen.
Elde edilen bu rakamlar ülkemizde ciddi bir servet brikimi sürecinin yaşandığının ama bu birikim sürecinin çok da adil olmadığının bir göstergesi. Ancak bu rakamlar değerlendirilirken dikkat edilmesi gereken en önemli husus, konu edilen servetin parasal olarak bankacılık sistemi içinde tutulan varlıklardan oluşmasıdır. Ancak ülkemizdeki zenginlerin önemli bir bölümü servetlerini bankacılık sistemi dışında ve finansal olmayan araçlara yatırım yaparak tutmayı tercih ederler. Altın ve gayrimenkul bunlardan en önemlileridir.
Üstelik dini sebeplerle birikimlerini bankacılık sistemi içinde tutmayan büyük bir kesimin var ki, onların servetlerinin bu istatistiklerin içinde yer almadığını kabul etmek lazım. O yüzden ülkemizdeki servet birikiminde ortaya çıkan durumun bu rakamların gösterdiğinde çok daha fazla olduğu düşünülebilir.
Bu araştırma sonuçlarına bağlı olarak ister istemez birtakım sorular akla geliyor. Öncelikle dünyadaki gelişmiş pazarlardaki kadar değer üretemeyen bir ülkede, o pazarların bir aktörü olmadan, sadece kendi ekonomisinin sınırları içinde kalarak böyle bir listeye girebilecek kadar servet nasıl biriktirilebilir?
Bu soruya verilecek cevap, servet birikiminin sürdürülebilirliği bakımından önümüzü görebilmemize olanak sağlayacaktır.
Yaptığımız bu değerlendirmeyle ülkemizdeki milyonerlere karşı olumsuz bir tutum almak değil amacımız. Ama biriktirilecek servetlerin değer üreterek biriktirilmesini istediğimizdendir. Bu şekilde biriktirilen servetlerden hem ilgili servet sahipleri, hem de toplumun çok büyük kesimi kazançlı çıkabilir.
Mevcut sistemde olduğu gibi, zenginliğin kaynağı kamu yatırımlarını iş imkânı olarak görüp, ondan daha çok pay almaksa, bunun toplumsal refaha sürdürülebilir bir katkı yapması beklenemez.
Bu da toplum nezdinde bu tarz kaynak kullanımlarını “meşruiyet” sorunuyla karşı karşıya bırakır. Özellikle bu tarz zenginleşmeler toplum genelinde gelir dağılımını bozup, yoksulluğun yaygınlaşmasına katkı sağlıyorsa kabul edilemez.