Yeşil ekonomi yeni mecburiyet

PROF. DR. MELTEM İNCE YENİLMEZ
İzmir Demokrasi Üniversitesi İktisat Bölümü / Hukuk Fakültesi Dekanı

Artık sadece üretmek değil, doğayla uyum içinde üretmek gerekiyor. Bu bakımdan yeşil dönüşümün finansmanı, sadece çevreci bir hedef değil, ekonomik sürdürülebilirliğin ön şartı. Öte yandan yeşil ekonomi yalnızca enerji ve teknoloji eksenli bir dönüşüm değil aynı zamanda sosyal bir değişim gerektiriyor.

Dünya ekonomisi, sanayi devriminden bu yana bel­ki de en köklü dönüşümü­nü yaşıyor. İklim krizi, enerji ba­ğımlılığı, kuraklık ve karbon ayak izi baskısı; klasik büyüme model­lerinin sürdürülemediğini ve sür­dürülemeyeceğini de açıkça ortaya koydu. Artık sadece üretmek değil, doğayla uyum içinde de üretmek gerekiyor. Bu da ekonomide yeni bir dilin oluşmasını sağlıyor: Yeşil ekonomi.

Elbette, Türkiye de bu küresel dönüşümün dışında değil. Son yıl­larda yeşil politika ve sürdürüle­bilir kalkınma kavramları, sade­ce yerel basında ya da gazetelerde değil, ekonomi gündeminin de ana başlıklarından biri haline geldi. Özellikle 2021’de Paris İklim An­laşması’nın onaylanması ve 2053 yılı için “net sıfır emisyon” hede­finin açıklanması, bu dönüşümün siyasi temellerini belirledi. Lakin mesele çevresel olmaktan çıktı; doğrudan ekonomik bir zorunlu­luk haline geldi.

Türkiye’nin yeşil yol haritası

Türkiye’nin yeşil dönüşüm sü­reci, son yıllarda hızlı ivmeler ka­zandı. Rüzgâr ve güneş enerjisi ya­tırımları hızla arttı; yenilenebilir enerji üretiminde Avrupa’nın ilk beş ülkesi arasına yer aldı. Ancak tablo çok da parlak değil. Kömür bağımlılığı, karbon fiyatlandırma eksikliği, yeşil finansman açığı ve kurumsal koordinasyon sorunları ciddi engeller oluşturmaya devam ediyor. Tam da bu noktada gün­deme gelen İklim Yasası, yeni bir dönemin habercisi olabilir. Türki­ye tarihinde ilk kez karbon emis­yonları, ticari bir maliyet unsuru haline gelmek üzere. Planlanan Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ile üreticiler saldıkları karbonun bedelini ödemeye başlayacak. Bu, sadece çevre açısından değil, pi­yasa dengeleri açısından da büyük bir kırılma noktası olacak ve kar­bonu azaltmak, maliyet avantajı sağlamak anlamına gelecek.

Bu gelişmeler, Türkiye ekono­misinde yeni bir denge arayışını da beraberinde getirecek. Bir yan­da ekonomik büyümeyi sürdürme isteği, diğer yanda karbon baskı­sı altında kalan sanayi piyasası. Bu iki hedefi, doğru yönetmek çok önemli. Çünkü yeşil dönüşüm de­mek, üretimi frenlemek değil; da­ha verimli, daha düşük maliyetli ve daha dayanıklı bir üretim sistemi haline getirmek demek.

Bankalar çevresel riskleri dikkate alıyor

Küresel sermaye, hızla yeşil yatırımlara evriliyor. Yeşil tah­viller, sürdürülebilir finansman araçları ve ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim) kriterleri, yatırım kararlarının merkezine yerleşti. Türkiye’de de bu yönde artan bir hareketlilik gözleniyor. Banka­lar artık kredilerde çevresel risk­leri dikkate alıyor, büyük şirket­ler karbon raporlamasını kontrol ediyor. Ancak KOBİ’lerin bu süre­ce katılımı hâlâ sınırlı.

Bu noktada devletin teşvik me­kanizmalarının uyguladığı vergi indirimi, yeşil sertifika sistemi, karbon piyasasına hazırlık deste­ği gibi politikalar hem özel sektö­rü motive etmekte hem de ulusla­rarası fonların Türkiye’ye yönel­mesini kolaylaştırmaktadır. Yeşil dönüşümün finansmanı, sadece çevreci bir hedef değil, ekonomik sürdürülebilirliğin ön şartıdır.

Buna ek olarak yeşil ekonomi yalnızca enerji ve teknoloji ek­senli bir dönüşüm değil aynı za­manda sosyal bir değişim gerek­tirir. Kömür, çimento, demir-çe­lik gibi karbon yoğun sektörlerde çalışan yüzbinlerce kişi, bu geçi­şin bir parçasıdır. İş gücünün ye­ni beceriler kazanması, yeşil is­tihdam olanaklarının artırılması ve adil bir geçiş süreci sağlanma­dıkça dönüşüm kalıcı olamaz. Bu nedenle “adil geçiş” kavramı Tür­kiye için de stratejik bir politika başlığı olmalıdır. Yeşil ekonomi­nin başarısı, sadece enerji üreti­minde değil, toplumsal değişim ve dönüşüm ile de ölçülecektir.

Ekonomik ilerlemenin stratejisi

Türkiye’nin eli güçlü; güneş ve rüzgâr potansiyeli yüksek, genç nüfusu dinamik, coğrafi konumu stratejik. Bu unsurlar, yeşil dönü­şümün ekonomik açıdan ilerle­menin de stratejisi olabileceğini gösteriyor. Yenilenebilir enerji yatırımları, enerji ithalatına ba­ğımlılığı azaltarak cari açık üze­rindeki baskıyı azaltabilir. Aynı zamanda ihracatın yeşil dönü­şümle uyumlu hale gelmesi, Av­rupa pazarlarında rekabet gücü­nü korumak ya da artırmak açı­sından da oldukça kritik önem arz etmektedir. Bugün artık mesele “yeşil olmak” değil, “rekabet ya­pabilmek”. Önümüzdeki yıllarda karbon ayak izini azaltamayan, enerji verimliliğini sağlayama­yan sektörler sadece çevreye de­ğil, kendi ekonomilerine de zarar verecek.

Bu bakımdan yeşil ekonomi Türkiye için bir maliyetten ziya­de bir gelecek yatırımı. Bu dönü­şüm üretimi, istihdamı ve finans sistemini değiştirecek bir kalkın­ma modeli sunuyor. Fakat bu dö­nüşümlerin gerçekleşmesi için kararlı, uzun vadeli ve koordineli politikalara ihtiyaç var. Büyüme­nin ölçüsü artık rakamlarla değil; doğayla uyumla, toplumsal kap­sayıcılıkla ve ekonomik dayanık­lılıkla belirlenecek. Ve belki de Türkiye, tarihte ilk defa, doğayı tahrip etmeden büyümeyi başa­rabilen ülkelerden biri olabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar