A Level
Einstein “Sitzungsberichte der Preußischen Akademie der Wissenschaften (Berlin)” “Prusya Bilimler Akademisi” (Oturum Raporları) dergisinde, 1915 Kasımında “Genel Görelilik Teorisini” 4 haftalık yazı dizisi ile sundu. 1916’da aynı dergide “Die Grundlage der allgemeinen Relativitätstheorie” yani “Genel Görelilik Kuramının Temeli” çıktı.
Prusya Bilimler Akademisi’ne üye olmak zaten prestijdi ve Einstein burada görev almıştı. Bu “Proceedings” artık aktif değil ve günümüzde (prestijli ?! sayılan) endekslerde yer almaz ama tarihî kaynak olarak geçerli.
O dönemde bir derginin prestijli sayılması için yayıncının, yazarların itibarı, bilimsel topluluklar tarafından kabul görmesi ve bilimsel katkısının yankı uyandırması gerekirdi. Hala öyle aslında.
Ancak bugün bu dergi endekslerde taranmadığı, hangi quartile’e denk geldiği bilinmediği için Einstein teşvik alamayacak, akademik yükselmede puanı kabul görmeyecek, hatta kimilerine göre “A Level” sayılmayacak. Şimdi Albert düşünsün.
Eyvah Neoliberaller
Neoliberalizm ve neoklasik iktisat, kendi okullarını piyasa ekonomisini desteklemek için kurmuş ve kendi beyaz yakalısının öğretisine uygun yetişmesi için kurallarını tek doğru olarak literatüre yerleştirirken, eğitimin finansmanını da kalifiye işgücünün velisine bizzat yaptırmıştır.
Yapay zekâ sağ olsun, bu cümleyi akademik versiyonu ve kaynakçası ile verdi: Pierre Bourdieu – “The Neoliberal Utopia”; Philip Mirowski – “Never Let a Serious Crisis Go to Waste” (2013); David Harvey – “A Brief History of Neoliberalism” (2005); Wendy Brown – “Undoing the Demos: Neoliberalism’s Stealth Revolution” (2015); Slaughter & Leslie – “Academic Capitalism” (1997).
Acilen “universal income” çıkmazsa ChatGPT yüzünden aç kalabiliriz, fakat bizleri satınalma gücü paritesi, enflasyon, asgari ücret farkları, “asgari ücrete zam enflasyon yaratır” gibi sığ tartışmalardan da kurtarır. İşte ChatGPT akademik redaksiyonu:
“Neoliberalizm ve neoklasik iktisat, kendi normatif doğrularını evrensel bilgi olarak sunarken, piyasa merkezli düzenin sürekliliğini sağlayacak nitelikli işgücünün üretimini de eğitim sistemine yüklemiştir. Bu bağlamda, eğitim sadece bir kamusal hak olmaktan çıkarılarak, bireysel yatırım ve özel bir maliyet unsuru haline getirilmiştir. Böylece hem kuramsal hegemonyasını kurmuş, hem de finansman yükünü bireyin omuzlarına yüklemiştir.”
Siyah giyen Neoklasikler
Akademinin endeksler, sıralamalar, akademik performans ölçümü ile herkesi tek hizaya sokmasının epistemoloji ile kolerasyonunu tartışmak şart. Velakin epistemoloji burada doğamadan, neoklasikler tarafından çok uzak bir galakside karadeliğe çekildi. Neoklasik kütle (kitle de olur) büyüdükçe eğip bükmek kolay oluyor haliyle.
Neoliberal ve neoklasik ekonomi politikalarının akademiye dayattığı rekabetçilik, metrik takıntısı ve (serbest) piyasa mantığı üzerine kurduğu sistem artık bilimi kartillerine göre sınıflandırmakta. Yani kartiliniz yüksekse biliminiz, prestijiniz de yüksek oluyor algısı yerleşti. Endeksinize, atıf sayınıza, h-indeksinize, akreditasyonunuza göre biliminiz, rütbeniz kurmaylığa yani kimilerine göre A Level’a yükseliyor. Üstelik bu endeksli dergiler hakemlerine ücret de vermiyor, yazarından açık kaynak adı diye aldığı yıllık 6 milyar dolarlık bir ücret pazarı var.
Kalite mi, kantite mi? Neoliberal, neoklasik iktisadın en büyük bonusu. İnsandan sonra bilim de veri ve sayılardan ibaret hale geliyor. İşlevsellik, topluma katkı, epistemoloji, akademik enflasyonunun seyrine göre, bir çıktı (açığı) olmaktan öteye gidemiyor. Literatür önemli:
“Metric Power” David Beer (2016, Palgrave Macmillan); “Neoliberalism and the Crisis in Higher Education” Henry Giroux (2014); “Academic Capitalism and the New Economy: Markets, State, and Higher Education” Slaughter & Rhoades (2004); “The Tyranny of Metrics” Jerry Z. Muller (2018); “Publish or Perish: Pressure in the Academic World” Tijdschrift voor Genderstudies (2016).
Einstein ile başladık, Albert ile bitirelim. Kendisini eleştiren “A Hundred Authors Against Einstein, Leipzig, 1931” broşürü için “eğer yanlışsam, bir kişi yeterliydi” demiş. Rabelais demiş ki: “Bilinçsiz yapılan bilim, insanlık ruhunun çöküşüdür”. Descartes ise: “Düşünüyorum > öyleyse < Varım”.