ABD’nin kredi notu düşürüldü: Türkiye için ne anlama geliyor?
ABD’nin kredi notunun Moody’s tarafından Aaa’dan Aa1’e düşürülmesi, küresel piyasalarda yankı uyandırdı.
Borç seviyelerindeki artış ve bütçe açığındaki genişleme, ABD’nin kredi notunu aşağı çekerken, yatırımcılar güvenli liman arayışına yöneldi.
Altın fiyatları yüzde 0.4 artışla bu eğilimin bir göstergesi oldu.
Moody’s’in not indirimi, ABD tahvil faizlerini de etkiledi. 10 yıllık tahvil faizi yüzde 4.50’ye, 30 yıllık tahvil faizi ise yüzde 5.00’e yükseldi.
Bu durum, ABD’nin borçlanma maliyetlerini artırırken Trump yönetiminin vergi indirimlerinin borç yükünü daha da artıracağı endişelerini gündeme getirdi.
Diğer yandan, gümrük vergileri ile ilgili belirsizliğin Çin hariç ülkeler için 8 Temmuz’a kadar ertelenmiş olmasına rağmen, hala beklenen güçlü anlaşma haberlerini göremiyoruz.
Bu da diğer bir risk unsuru olarak masada kalmaya devam ediyor.
Türkiye için yansımalar
ABD tahvil faizlerindeki yükseliş, gelişen piyasalardan çıkışları hızlandırabilir.
Bu da bizim gibi gelişmekte olan, dış borçlanma ihtiyacı yüksek ülkeler için yükselen faiz oranları nedeniyle artan borçlanma maliyetleri anlamına gelebilir.
Zaten İmamoğlu davası süreciyle birlikte yaşanan rezerv erimesi ve tahvile gelen yabancı satışların etkisiyle yükselen tahvil faizleri, daha kırılgan bir yapı sergileyebilir.
Öte yandan, son gelişmeler sonrasında dolar endeksindeki zayıflamanın kısa vadede TL üzerindeki baskıyı hafifletmesi beklenirken, uzun vadede Türkiye’nin döviz ihtiyacını artırabilecek bir tablo ortaya çıkabilir.
TCMB’nin 2025 Enflasyon Raporu sunum II
Bilindiği üzere, TCMB I. Enflasyon Raporu sunumunu 7 Şubat 2025’te gerçekleştirmişti.
O günden bu yana, iç ve dış piyasalarda önemli gelişmeler yaşandı. O dönemde TCMB’den faiz indirim sürecinin yıl boyu devam edeceği beklentisi hakimdi.
Ancak 18-19 Mart’ta yaşanan İmamoğlu tutuklanması süreciyle birlikte merkez bankası, biri ara karar olmak üzere iki faiz artışı gerçekleştirdi ve politika faizini yüzde 46’ya çıkardı.
Borç verme faizi de yüzde 49’a yükseldi ve fonlama maliyeti hemen hemen bu seviyelerden gerçekleşiyor.
Bu durum, 60 milyar dolar düzeyindeki rezerv erimesinin maliyeti olarak karşımıza çıkıyor.
Uzun bir aradan sonra, TCMB’nin döviz piyasasında alıcı konuma geçmesi, alınan tedbirlerin kademeli olarak etkisini göstermeye başladığının ilk sinyalleri olabilir.
Bu bahsettiklerimiz iç gelişmeler iken, dışarıda da Trump fırtınasının piyasaları sarsmaya devam ettiği günlerden geçiyoruz.
Her ne kadar sular durulmaya başlasa da risklerin hâlâ masada olduğunu unutmamak gerek.
Bu hafta yapılacak Enflasyon Raporu sunumunda TCMB’nin ne tür revizyonlara gideceği merak konusu.
TCMB’nin yılın ilk Enflasyon Raporu’nda 2025 sonu enflasyon tahminini yüzde 21’den yüzde 24’e yükseltmesi, piyasalarda sürpriz olarak karşılanmıştı.
Benim beklentim ise enflasyon tahmininin orta noktasının 200 baz puanlık artışla yüzde 26’ya çıkarılması.
Ayrıca bant aralığının 5 puandan 4 puana düşürülerek alt bandın yüzde 22, üst bandın ise yüzde 30 olarak belirlenmesini bekliyorum.
Böylesi bir değişiklik, piyasalarda merkeze olan güveni artıracak bir adım olarak algılanabilir.
İlk rapor sunumunda Başkan Fatih Karahan’a sık sık revizyon yapılmasının enflasyon beklentilerini çapalamada zorluk yaratabileceği eleştirisi getirilmişti.
Ancak mevcut konjonktürde, yapılacak revizyonun tam tersi bir etki yaratması daha olası.
Sonuç
ABD’nin kredi notunun düşürülmesi, küresel piyasalarda risk algısını artırırken, Türkiye için de borçlanma maliyetleri ve döviz talebi üzerindeki etkileriyle yakından izlenmelidir.
TCMB’nin faiz politikasındaki esneklik, döviz rezervlerindeki kayıplar ve yerel siyasi gelişmeler, önümüzdeki dönemde TL üzerindeki baskıyı artırabilecek unsurlar arasında yer alıyor.
ABD’nin kredi notunun düşürülmesi, yalnızca ABD ekonomisi için değil, küresel piyasalarda da güven algısını olumsuz etkileyebilecek bir gelişme olarak değerlendiriliyor.
Bu durum, özellikle yatırımcıların portföylerinde ABD tahvilleri yerine daha güvenli kabul edilen Avrupa tahvillerine veya altın gibi değer saklama araçlarına yönelmesine yol açabilir.
Bu değişim, ABD dolarının küresel rezerv para birimi olarak konumunu zayıflatabilir.
Dolayısıyla, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, dış finansman kaynaklarına erişimde daha yüksek maliyetlerle karşılaşabilir.
Moody’s’in not indirimi, ABD’deki bütçe açığının yapısal bir sorun haline geldiğini ve borç dinamiklerinin sürdürülebilirlikten uzaklaştığını gösteriyor.
Trump yönetiminin uyguladığı vergi indirimlerinin mali disiplini zayıflattığı ve bütçe açığını artırdığı göz önüne alındığında, ABD tahvil piyasasındaki getiri eğrisinin daha fazla dikleşmesi beklenebilir.
Bu durum, küresel yatırımcıların ABD tahvilleri yerine daha cazip getirisi olan varlıklara yönelmesine neden olabilir.
Türkiye açısından bakıldığında, dolar endeksinin zayıflaması TL’nin kısa vadede değer kazanmasına yardımcı olabilir.
Bu süreci TCMB’nin iyi yönetip rezervleri güçlendirmesi ve uzun vadeli risklere karşı kalkan oluşturması oldukça kritik.
Eğer TCMB’nin faiz politikasındaki belirsizlikler ve rezervlerdeki düşüş eğilimi devam ederse, Türkiye ekonomisinin dış şoklara karşı kırılganlığı artabilir.
Ek olarak, Ekrem İmamoğlu davasında olası yeni gelişmeler, siyasi tansiyonu yükseltebilir ve yerel piyasalarda volatiliteyi artırabilir.
Böylesi bir durumda, özellikle döviz talebinin artması ve yabancı yatırımcıların Türkiye varlıklarından çıkış yapması gibi risklerle karşılaşabiliriz.