ABD’nin kredi notu düşürüldü: Türkiye için ne anlama geliyor?

Cenk AKYOLDAŞ
Cenk AKYOLDAŞ PİYASA DİNAMİKLERİ cenk.akyoldas@dunya.com

ABD’nin kredi notunun Mo­ody’s tarafından Aaa’dan Aa1’e dü­şürülmesi, küresel piyasalarda yankı uyandırdı.

Borç seviyelerin­deki artış ve bütçe açığındaki genişle­me, ABD’nin kredi notunu aşağı çeker­ken, yatırımcılar güvenli liman arayışına yöneldi.

Altın fiyatları yüzde 0.4 ar­tışla bu eğilimin bir gösterge­si oldu.

Moody’s’in not indirimi, ABD tahvil faizlerini de etki­ledi. 10 yıllık tahvil faizi yüzde 4.50’ye, 30 yıllık tahvil faizi ise yüzde 5.00’e yükseldi.

Bu durum, ABD’nin borç­lanma maliyetlerini artırırken Trump yönetiminin vergi in­dirimlerinin borç yükünü daha da artıracağı endişelerini gün­deme getirdi.

Diğer yandan, gümrük ver­gileri ile ilgili belirsizliğin Çin hariç ülkeler için 8 Temmuz’a kadar ertelenmiş olmasına rağmen, hala beklenen güçlü anlaşma haberlerini göremi­yoruz.

Bu da diğer bir risk unsuru olarak masada kalmaya devam ediyor.

Türkiye için yansımalar

ABD tahvil faizlerindeki yükseliş, gelişen piyasalardan çıkışları hızlandırabilir.

Bu da bizim gibi gelişmek­te olan, dış borçlanma ihtiya­cı yüksek ülkeler için yükselen faiz oranları nedeniyle artan borçlanma maliyetleri anlamı­na gelebilir.

Zaten İmamoğlu davası sü­reciyle birlikte yaşanan rezerv erimesi ve tahvile gelen yaban­cı satışların etkisiyle yükselen tahvil faizleri, daha kırılgan bir yapı sergileyebilir.

Öte yandan, son gelişmeler sonrasında dolar endeksinde­ki zayıflamanın kısa vadede TL üzerindeki baskıyı hafiflet­mesi beklenirken, uzun vade­de Türkiye’nin döviz ihtiyacı­nı artırabilecek bir tablo orta­ya çıkabilir.

TCMB’nin 2025 Enflasyon Raporu sunum II

Bilindiği üzere, TCMB I. Enf­lasyon Raporu sunumunu 7 Şu­bat 2025’te gerçekleştirmişti.

O günden bu yana, iç ve dış piyasalarda önemli gelişme­ler yaşandı. O dönemde TCM­B’den faiz indirim sürecinin yıl boyu devam edeceği beklentisi hakimdi.

Ancak 18-19 Mart’ta yaşa­nan İmamoğlu tutuklanması süreciyle birlikte merkez ban­kası, biri ara karar olmak üze­re iki faiz artışı gerçekleştirdi ve politika faizini yüzde 46’ya çıkardı.

Borç verme faizi de yüzde 49’a yükseldi ve fonlama mali­yeti hemen hemen bu seviye­lerden gerçekleşiyor.

Bu durum, 60 milyar dolar düzeyindeki rezerv erimesinin maliyeti olarak karşımıza çıkı­yor.

Uzun bir aradan sonra, TC­MB’nin döviz piyasasında alı­cı konuma geçmesi, alınan ted­birlerin kademeli olarak etki­sini göstermeye başladığının ilk sinyalleri olabilir.

Bu bahsettiklerimiz iç geliş­meler iken, dışarıda da Trump fırtınasının piyasaları sarsma­ya devam ettiği günlerden geçi­yoruz.

Her ne kadar sular durulma­ya başlasa da risklerin hâlâ ma­sada olduğunu unutmamak ge­rek.

Bu hafta yapılacak Enflasyon Raporu sunumunda TCMB’nin ne tür revizyonlara gideceği merak konusu.

TCMB’nin yılın ilk Enf­lasyon Raporu’nda 2025 so­nu enflasyon tahminini yüzde 21’den yüzde 24’e yükseltmesi, piyasalarda sürpriz olarak kar­şılanmıştı.

Benim beklentim ise enf­lasyon tahmininin orta nokta­sının 200 baz puanlık artışla yüzde 26’ya çıkarılması.

Ayrıca bant aralığının 5 pu­andan 4 puana düşürülerek alt bandın yüzde 22, üst bandın ise yüzde 30 olarak belirlen­mesini bekliyorum.

Böylesi bir değişiklik, piya­salarda merkeze olan güveni artıracak bir adım olarak algı­lanabilir.

İlk rapor sunumunda Baş­kan Fatih Karahan’a sık sık re­vizyon yapılmasının enflasyon beklentilerini çapalamada zor­luk yaratabileceği eleştirisi ge­tirilmişti.

Ancak mevcut konjonktürde, yapılacak revizyonun tam ter­si bir etki yaratması daha olası.

Sonuç

ABD’nin kredi notunun dü­şürülmesi, küresel piyasalarda risk algısını artırırken, Türki­ye için de borçlanma maliyet­leri ve döviz talebi üzerindeki etkileriyle yakından izlenme­lidir.

TCMB’nin faiz politikasın­daki esneklik, döviz rezervle­rindeki kayıplar ve yerel siya­si gelişmeler, önümüzdeki dö­nemde TL üzerindeki baskıyı artırabilecek unsurlar arasın­da yer alıyor.

ABD’nin kredi notunun dü­şürülmesi, yalnızca ABD eko­nomisi için değil, küresel piya­salarda da güven algısını olum­suz etkileyebilecek bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Bu durum, özellikle yatırım­cıların portföylerinde ABD tahvilleri yerine daha güvenli kabul edilen Avrupa tahville­rine veya altın gibi değer sakla­ma araçlarına yönelmesine yol açabilir.

Bu değişim, ABD dolarının küresel rezerv para birimi ola­rak konumunu zayıflatabilir.

Dolayısıyla, Türkiye gibi ge­lişmekte olan ülkeler, dış fi­nansman kaynaklarına erişim­de daha yüksek maliyetlerle karşılaşabilir.

Moody’s’in not indirimi, ABD’deki bütçe açığının yapı­sal bir sorun haline geldiğini ve borç dinamiklerinin sürdürü­lebilirlikten uzaklaştığını gös­teriyor.

Trump yönetiminin uygula­dığı vergi indirimlerinin ma­li disiplini zayıflattığı ve büt­çe açığını artırdığı göz önüne alındığında, ABD tahvil piya­sasındaki getiri eğrisinin daha fazla dikleşmesi beklenebilir.

Bu durum, küresel yatırımcı­ların ABD tahvilleri yerine da­ha cazip getirisi olan varlıklara yönelmesine neden olabilir.

Türkiye açısından bakıldı­ğında, dolar endeksinin zayıf­laması TL’nin kısa vadede de­ğer kazanmasına yardımcı ola­bilir.

Bu süreci TCMB’nin iyi yö­netip rezervleri güçlendirme­si ve uzun vadeli risklere kar­şı kalkan oluşturması oldukça kritik.

Eğer TCMB’nin faiz poli­tikasındaki belirsizlikler ve rezervlerdeki düşüş eğilimi devam ederse, Türkiye eko­nomisinin dış şoklara karşı kı­rılganlığı artabilir.

Ek olarak, Ekrem İmamoğlu davasında olası yeni gelişme­ler, siyasi tansiyonu yükselte­bilir ve yerel piyasalarda vola­tiliteyi artırabilir.

Böylesi bir durumda, özel­likle döviz talebinin artması ve yabancı yatırımcıların Türki­ye varlıklarından çıkış yapma­sı gibi risklerle karşılaşabiliriz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar