Alım gücü neden sıfırlandı?
2025 yılı Türkiye ekonomisinde bir paradoks yılı oldu.
Maaşlar arttı, zamlar yapıldı, göstergeler kâğıt üzerinde dengelendi — ama halkın cebinde para yetmez hâle geldi.
Bu basit sorunun cevabı da aynı ölçüde karmaşık: Alım gücü neden sıfırlandı?
1 2025’te zam yağmuru: Ocak ve temmuz artışları
2025 yılı başında ücretlerde kapsamlı artışlar yapıldı:
* Asgari ücret Ocak ayında %30 oranında arttı ve net 22.104 TL oldu.
* Memurlar ve memur emeklileri Ocak ayında %11,54 (enflasyon farkı) aldı.
* SSK ve Bağ-Kur emeklileri için Ocak artışı %15,75 olarak belirlendi.
Yılın ikinci yarısında Temmuz ayında yeni artışlar geldi:
* Memur ve memur emeklilerine %15,57,
* SSK ve Bağ-Kur emeklilerine %16,67 oranında enflasyon farkı verildi.
Böylece 2025 genelinde:
* SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşları kümülatif olarak %35,05,
* Memurların maaşları %28,91,
* Asgari ücret ise %30 oranında artmış oldu.
2 Kâğıt üzerinde dengeli bir tablo
Merkez Bankası’nın 2025 yılı için yıl sonu enflasyon hedefi %32–33 bandında. Henüz TÜİK tarafından yıl sonu enflasyon verisi açıklanmadı, ancak mevcut trendlere göre resmî oranın da bu seviyelere yakın çıkması bekleniyor.
Kâğıt üzerinde tablo oldukça dengeli görünüyor:
SSK ve Bağ-Kur emeklileri enflasyonun biraz üzerinde, memurlar ve asgari ücretliler ise enflasyona yakın oranlarda artış almış durumda.
Peki o hâlde, neden toplumun tamamı “alım gücümüz hızla düştü” diyor?
Burada en etkili soru şu:
Resmî olarak açıklanacak enflasyon oranı, halkın hissettiği enflasyonla örtüşecek mi?
Cevabı kâğıt üzerinde görmek mümkün değil.
3 Gerçek enflasyon sofrada ölçülür
Kağıt üzerindeki oranlar ne kadar dengeli görünürse görünsün, mutfakta başka bir tablo var.
Türk-İş’in Ekim 2025 araştırmasına göre:
* Dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması (açlık sınırı) 28.412 TL,
* Yoksulluk sınırı 92.547 TL,
* Bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti 36.984 TL,
* Mutfak enflasyonu aylık %1,58; yıllık %39,06; on iki aylık ortalama %40,22.
Bu tabloya göre, asgari ücretli bir çalışan açlık sınırının dahi altında yaşıyor.
Yoksulluk sınırının 92 bin TL’yi aştığı bir ülkede, memur maaşları ve emekli aylıkları da bu sınırın oldukça gerisinde kalıyor.
Yani 2025 yılında yapılan (enflasyon farkları) zamlar, sadece geçmiş kayıpların bir kısmını telafi etti; refah artışı yaratmadı.
4 Harcama sepetleri arasındaki uçurum
TÜİK’in enflasyon sepetiyle vatandaşın sepeti aynı değil.
TÜİK sepetine teknoloji ürünleri, dayanıklı mallar ve tatil gibi kalemleri dahil ederken, vatandaşın sepetinde gıda, kira, enerji ve ulaşım yer alıyor.
Alt gelir grubunun gelirinin yaklaşık %70’i bu kalemlere gidiyor.
Bu kalemlerdeki fiyat artışları %50–70 aralığında gerçekleşince,
resmî enflasyon %33 bile olsa, halkın yaşadığı “gerçek enflasyon” %50’nin üzerinde hissediliyor.
Alım gücü işte bu farkta eriyor.
5 Vergi, fiyat geçişkenliği ve güven erozyonu
2025 boyunca dolaylı vergilerde (KDV, ÖTV, enerji ve akaryakıt vergileri) önemli artışlar yaşandı.
Bu artışlar doğrudan maaşları değil, harcama gücünü etkiledi.
Üretici fiyatlarındaki artışlar da perakendeye gecikmeli yansıdı; zamlar yapılmadan önce fiyat artışı başlamış, zamdan sonra da sürmüştü.
Sonuç olarak, maaşlar enflasyonun hep bir adım gerisinde kaldı.
Buna bir de ekonomik güven erozyonu eklendi.
Vatandaş geleceğe güvenmediğinde, gelirini koruma refleksiyle daha pahalıya alım yapıyor;
bu da “psikolojik enflasyon” dediğimiz algıyı besliyor.
Alım gücü, sadece ekonomik değil, psikolojik olarak da zayıflıyor.
6 2026’nın fotoğrafı: Yoksulluk derinleşecek
2026 yılına dair ilk göstergeler şimdiden belli.
Asgari ücrette %20–25,
SSK ve Bağ-Kur emeklilerinde %13–14,
memur maaşlarında ise %19–20 civarında artış bekleniyor.
Buna paralel olarak, piyasa fiyatlarının 2025’teki seyriyle benzer bir şekilde artmaya devam edeceği öngörülüyor.
Merkez Bankası yıl boyunca enflasyon hedefini kademeli olarak yukarı revize edecek,
TÜİK de verilerini bu revizyonlara paralel biçimde açıklayacak.
Bu tablo şimdiden şunu gösteriyor:
2026’da da ücret artışları, yaşam maliyetinin gerisinde kalacak.
Dolayısıyla alım gücü 2025’e kıyasla daha da zayıflayacak, yoksulluk sınırıyla maaşlar arasındaki makas büyümeye devam edecek.
Başka bir ifadeyle, 2026 yılı Türkiye’de “derinleşen yoksulluğun” yılı olmaya aday görünüyor.
Sonuç: Rakamlar dengede, hayat değil
2025’te maaşlar arttı, istatistikler dengelendi, ama sofralar küçüldü.
Nominal artışlar, gerçek enflasyonun ve yaşam maliyetinin gerisinde kaldı.
Vergi yükü, fiyat geçişkenliği, kur baskısı ve güven erozyonu birleşince, maaş artışları refah yaratmak yerine sadece kaybı telafi etti.
2026’da bu tablo değişmeyecek gibi görünüyor.
Ekonomi büyürken halkın fakirleştiği, enflasyonun düştüğü ama alım gücünün sıfırlandığı bir düzen içinde ilerliyoruz.
Ve artık bu tablo bir istatistik değil — yaşayan bir gerçek…