Ataerkil kalkınma

Burak Tayiz
Burak Tayiz Yeşil Odak burak.tayiz@dunya.com

Sürdürülebilir kalkınma. Çağın sihirli sözcüğü bu. Türkiye’de de oldukça mo­da. Gelişmiş ekonomilerin ve politikaları­nın arka planı, fon projelerinin manşeti, kurumsal sunumların altın başlığı.

Ama gelişmekte olan ülkelerde bu kavramın gerçekliği, salonlarda yapılan sunumlar­la değil, gerçeklerle ölçülür. Gerçekler ise şunu gösteriyor: Ülkemizde kalkınma de­nilen şey, toplumun sadece erkek yarısına yatırım yapılarak, kadın emeği görmez­den gelinerek inşa ediliyor. Yani biz bir kalkınmadan değil, adı konmamış bir ata­erkil büyüme modelinden söz ediyoruz.

Anadolu kadını yoksa kalkınma da yok

Türkiye’nin toplam kadın nüfusu 42 milyonun üzerinde. Kadınların büyük kısmı Anadolu’da yaşıyor. Yani o çok ko­nuşulan "sürdürülebilir kalkınma" eğer bu coğrafyanın kadınları için bir şey ifade etmiyorsa, ortada kalkınma yok demektir. Türkiye genelinde 25 yaş üstü kadınların yüzde 87,8’i artık en az bir eğitim düzeyi tamamlamış.

Her 1000 kadından 523’ü üniversite mezunu. Yani kadınlar eğitim­den istifade etmiş. Ama işin tuhaf kısmı tam da burada başlıyor: Çünkü erkekler­den daha az istihdam edilmişler. TÜİK verilerine göre kadınların iş gücüne katı­lım oranı yüzde 35,8. Erkeklerin ise yüzde 71,2. Yani kadınların neredeyse üçte ikisi ya evde ya iş aramıyor ya da arasa da bu­lamıyor. Üniversite mezunu kadınlarda işsizlik oranı yüzde 17. Erkek mezunlar­da ise yüzde 8,5. Üstelik çalışan kadınlar da aynı işe karşılık erkeklerden ortala­ma yüzde 17 daha az maaş alıyor. Üstelik bu genel tablo, Anadolu'da daha karanlık.

Kırsal bölgelerde kadınların iş gücüne ka­tılımı çok daha düşük. Örneğin TRC3 böl­gesi olan Mardin, Batman, Şırnak, Siirt il­lerinde kadın istihdam oranı sadece yüz­de 18,2. Kadınların neredeyse beşte dördü çalışmıyor. Bu bölgelerde kız çocukları­nın eğitime devam oranı, Batı illerine gö­re çok daha düşük. Bazı yerlerde lise eği­timi bile hâlâ "okumak mı, evlenmek mi?" sorusuna teslim olmuş durumda.

Erkek merkezli büyüme

Şimdi kalkınmayı düşünelim. Bir top­lum, nüfusunun yarısını üretim dışında tutarak nasıl kalkınır? Üstelik bu yarı, eği­timli, genç ve potansiyel doluysa? Cevabı çok basit: Kalkınmaz. Belki büyür. Betonla, asfaltla, AVM’yle... Kadınlar evde tutulu­yor, üretimden uzaklaştırılıyor, görünme­yen emekle hayatta kalmaya çalışıyor.

Ta­rımda çalışan kadınlar sigortasız, sanayide çalışanlar güvencesiz. Hizmet sektöründe çalışanlar ya asgari ücrette ya da kayıt dışı. Şehirde ya da kırsalda fark etmiyor: Kadın emeği sistemli şekilde değersizleştiriliyor. Oysa sürdürülebilir kalkınma, yalnızca ekonominin değil, toplumun da güçlenme­sini gerektirir ve kadın olmadan toplum güçlenmez.

Anadolu’nun kadınları üreti­me tam katılmadan bu ülke ne iç göçü dur­durabilir ne genç işsizliği çözebilir ne de demografik fırsat penceresini değerlendi­rebilir. Bir de sosyal boyutu var bu mesele­nin. Kadının çalışmadığı yerde yoksulluk daha kalıcı, şiddet daha yaygındır. Bunun­la birlikte; çocuk evlilikleri, toplumsal kı­sırlık, kuşaktan kuşağa devredilen sessiz­lik, tepkisizlik ve çaresizlik vardır.

İzin değil imkân gerekiyor

Devlet, kurumlar ve toplum olarak bu tabloya kör kalamayız. Bu eşitsizlik ülke­nin ilerleme iddiasını doğrudan çürüten bir şey. Bu tablo böyle devam edemez. De­ğişmeli. Üstelik küçük dokunuşlarla değil, köklü bir politika değişimiyle. Kadınlar üretimin kıyısında bekleyen değil, merke­zinde yer alan aktörler haline gelmeli.

Ka­rar masalarında bulunmalı, ekonomik ba­ğımsızlıkları bir lüks değil, temel bir hak olarak tanınmalı. Kadınların çalışabilme­si için yalnızca "izin" değil, “imkân” gere­kiyor. Esnek çalışma modelleri, yaygın ve ulaşılabilir kreşler, tacizsiz, ayrımcılık­tan arınmış güvenli iş ortamları artık ha­yal değil, bir zorunluluk olmalı. Çünkü bir kadın çalışmak istiyorsa, sistemi ona gö­re değil, sistemi ona rağmen kurduğumuz sürece hiçbir şey değişmeyecek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Rakamlar yetmez 11 Haziran 2025