Sürdürülebilirliğin Türkçesi: İdare etmek

Avrupa ülkelerinin, BM’nin 17 Sürdürü­lebilir Kalkınma Amacı alanlarındaki genel performansını ölçen endekste 41 ülke arasında 34. sıradayız. Yani, sondan yedinci­yiz. Sürdürülebilir kalkınma, yeşil dönüşüm, sosyal eşitlik, yönetişim… Bu kavramlar biz­de hâlâ raporlarda cilalı cümle, sunumlarda PowerPoint süsü. Oysa Avrupa’da artık “ge­lecek” kelimesinin doğrudan karşılığı bunlar.

Türkiye’nin Avrupa Sürdürülebilir Kal­kınma Raporu 2025’te aldığı puan 59,14. Aynı listede Finlandiya 81’le lider, Dani­marka ve İsveç hemen arkasında. Kıtanın kuzeyi iklim nötr ekonomiye yaklaşırken, biz hâlâ enerji krizlerini ithalat faturasıy­la ölçüyoruz.

“Ne olmuş 34. sıradaysak?” diye düşü­nenler olabilir. Ama mesele sıralama değil; mesele yön. Çünkü bu tablo sadece çevrey­le ilgili değil; adaletle, gelir dağılımıyla, ka­dın istihdamıyla, hatta nefes aldığımız ha­vayla ilgili.

Büyüyoruz ama dönüşemiyoruz

Enerji verimliliğinde yerimiz malum: karbon yoğunluğu yüksek, yenilenebilir pa­yı düşük. Hava kalitesi desen, OECD ülkele­ri arasında hâlâ en kirli şehirler bizde. Av­rupa şehirleri hava kalitesini değil karbonu sıfırlamanın tarihini konuşuyor. Bizde ise hâlâ “duman bacadan mı çıktı yoksa araba­dan mı?” tartışması yaşanıyor. Geri dönü­şüm oranımız yüzde 20 bile değil, döngüsel ekonomi kavramı ise çoğu işletme için hâlâ bir “Avrupa işi”. Belediyelerin sıfır atık ta­belaları var ama istatistiklerde “geri kaza­nılmış malzeme” satırı boş. Çünkü çöpler hala aynı kamyona gidiyor.

Rapor açık: Ar-Ge harcamaları düşük, ye­nilikçilik zayıf, enerji yoğunluğu yüksek.

Yani ekonomimiz 20. yüzyılın mantığıyla 21. yüzyılın yarışına katılıyor. AB’nin kar­bon vergisi (CBAM) 2026’da devreye girdi­ğinde, bu denklem bozulacak. O gün geldi­ğinde “maliyet arttı” demek yerine “hazır­dık” demeyi başarabilecek miyiz? Üstelik sürdürülebilir kalkınma, sadece bunlarla olmuyor. Basın özgürlüğü, yolsuzlukla mü­cadele, adalete erişim… Bunlar da kalkın­manın göstergeleri. Raporun yönetişim başlığında Türkiye zayıf: veriye erişim zor, şeffaflık düşük, hesap verilebilirlik sınırlı.

Avrupa ne diyor, biz ne duyuyoruz?

Raporun bir başka cümlesi şöyle: “Avru­pa genelinde SDG ilerleme hızı, önceki dö­nemin yarısına düşmüştür.” Yani onlar bile yavaşlamış. Ama aradaki fark şu: Avrupa ya­vaşlarken bile dönüşümün içinde; biz hızla aynı yerde dönüyoruz. Onlar “yeşil geçişin adil olması” tartışıyor, biz hâlâ “yeşil geçiş olacak mı?” diye düşünüyoruz. Avrupa’nın sürdürülebilirlik yarışında biz hâlâ “başla­ma vuruşu” bekliyoruz. Onlar yeşil geçiş ye­rine “adil geçiş” diyor, biz hala “yeşil geçiş olur mu?” diye tartışıyoruz.

Oysa İklim Kanunu fırından daha yeni çıktı. Ve sıcağı sıcağına kâğıt üstünde her şeye sahip: net sıfır hedefi, karbon piyasa­sı, gönüllü karbon kredileri… Ama bu işin kaderini kanun değil, niyet belirler. Bizde “yeşil dönüşüm” hâlâ sanayiciye yük, işçi­ye maliyet, kamuya rapor anlamına geliyor. Halbuki yeşil dönüşüm sadece bir çevre po­litikası değil, bir hayatta kalma stratejisi.

LNOB diye bir şey duydunuz mu?

Raporun “Leave No One Behind” yani “Kimse Geride Kalmasın” endeksinde Tür­kiye’nin puanı 45,8. Yani toplumun yarısı sistemin dışında kalıyor: gelir adaletsizliği, konut yoksunluğu, kadınların işgücüne ka­tılımı, genç işsizliği… Hepsi aynı denklem­de buluşuyor.

Kadınlar hâlâ bakım yüküyle evde, genç­ler “fırsat eşitliği” değil “vize” arıyor. Kadın istihdamı artmıyor, çünkü çocuk bakımı hâlâ aile meselesi. İş gücü piyasası büyüyor, ama ücretler geçim sınırının altında kalı­yor. Bu da işte, sürdürülebilirliğin bizdeki versiyonu: “idare etmek.”

Oysa reçete belli: Gerçek bir karbon fi­yatlaması sistemi, şehirlerde hava kalite­si ve döngüsellik yatırımları, kadınlar ve gençler için sosyal kapsayıcılık politika­ları ve en önemlisi, şeffaf veri ve güvenilir kurumlar. Ama bunların hiçbiri “müjde” değil; hepsi ödev.

Yazara Ait Diğer Yazılar