Geleceğiniz taksitlendirilmiştir

Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürüle­bilir Kalkınma Amaçları içinde “yok­sulluğun azaltılması”, “eşitsizliklerin gi­derilmesi” ve “sürdürülebilir ekonomik büyüme” var.

Ama Türkiye’de kalkınma modelinde yoksulluğun ilacı üretim değil, borç. Eşitsizliğin çözümü gelir artışı değil, kredi limiti. Bu, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin altını boşaltıyor. Çünkü borç­la beslenen kalkınma, eninde sonunda baş­kasının üretimini finanse ediyor.

120 milyondan fazla kredi kartı var; ülke nüfusundan fazla. Her 3 kart sahibinden 1’i yalnızca asgarisini ödeyebiliyor. Aslın­da toplumun üçte biri sadece faizi ödeye­rek günü kurtarıyor. Borç ödenmiyor, dev­rediliyor. Yani sürdürülebilir kalkınmaya dair hedefler ve planlar anlatılırken, va­tandaşın hayatı sürdürülemeyen borç üze­rine kuruluyor.

Taksitli kalkınma

Bugün hanehalkı borcu, milli gelirin yüz­de 18’i. Bankaların tüketici kredileri ve kre­di kartı alacakları 2,7 trilyon TL’yi aştı. Bu­nun 1,3 trilyon TL’si sadece kredi kartı bor­cu. Kahvede çay içen işçi de AVM’de kahve içen beyaz yaka da aynı cümleyi kuruyor: “Ekstreyi nasıl ödeyeceğiz?” Orta sınıf de­diğimiz kesim artık oturduğu semtle değil, ödeyemediği kredi kartı ekstresiyle tanım­lanıyor. Bu tablo, sürdürülebilir kalkınma­yı değil, toplumun borca devredilmiş gele­ceğini gösteriyor.

Eğer toplumun gelir–borç dengesi bozul­muşsa, üretim kapasitesi erozyona uğru­yorsa, bu sadece bir ekonomik sorun değil, sürdürülebilirliğin de kırılganlaşması de­mek. Borçla çevrilen büyüme, Türkiye’de bu kırılganlığı giderek daha da derinleşti­riyor. Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kalkınma hedefleri, yoksulluğun azaltılma­sını ve eşitsizliklerin giderilmesini öngö­rüyor. Ancak Türkiye’de yoksullukla müca­dele, gelir artırılarak değil, kredi limiti yük­seltilerek yapılıyor.

Orta sınıfın kaybı

Ev, bir zamanlar güvenli bir gelecek va­adiydi. Bugün Türkiye’de hanehalkı bor­cunun yüzde 40’ı konut kredilerinden ge­liyor. Ev artık yuva değil, bankanın ipotek defterinde bir kayıt. Gençler için tablo farklı değil. KYK borçları yüz binlerce öğ­rencinin ilk finansal deneyimi haline gel­di. Gençler, iş bulamadan borçla tanışıyor. Türkiye’de kalkınma, daha hayata adım atmadan borçla başlıyor. Üniversite dip­lomasının yanında bir de kredi kartı eks­tresi veriliyor. IMF verilerine göre, düşük ve orta gelirli kesimler harcamaya daha yatkın.

Bu gruplarda gelir artışı sağlanır­sa GSYH büyümesinde yüzde 0,38’e kadar pozitif etki yaratabiliyor. Bir başka deyiş­le gelişmiş ekonomilerde orta sınıf, üretim ve sosyal güveni besleyen önemli bir güç. Ama Türkiye’de en çok borcu olan kesim de yine orta sınıf. Yani sürdürülebilir kal­kınma açısından toplumun dinamosu ola­rak tanımlanan kesim, bizde borcun asıl yükünü taşıyor. Bu yüzden orta sınıf artık dinamodan çok, ağır bir batarya gibi çalışı­yor: yük depoluyor, borç yüklendikçe iler­lemek yerine yavaşlıyor.

Borç toplumu

Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kal­kınma hedefleri, yoksulluğun azaltılmasını ve eşitsizliklerin giderilmesini öngörüyor. Ama Türkiye’de yoksullukla mücadele, ge­lir artırılarak değil, kredi limiti yükseltile­rek yapılıyor. Borç artık bu toplumda sade­ce ekonomik bir gösterge değil, bir yaşam biçimi. Dar gelirli bankaya ulaşamıyor, orta sınıf ise bankaların SMS’ine göre nefes alı­yor. “Limitiniz arttı” mesajı, ülkenin orta sınıfını tanımlıyor.

Hal böyle olunca Türkiye’de orta sınıfın büyümesi ve derinleşmesi yeterli düzeyde gerçekleşmiyor; sürdürülebilir kalkınma ise hâlâ “borç ile desteklenen büyüme” ola­rak tanımlanıyor. Alışverişi takside bölen, evi ömürlük krediyle alan, eğitimi borçla tamamlayan, günü kredi kartıyla çeviren bir toplum var. Türkiye artık bir borç top­lumu. Çünkü gelecek tasavvurundan çok bir bankanın taksit planı mesajına benze­yen sürdürülebilir kalkınma vizyonumuz tek bir cümleyle tarif edilebilir: Geleceği­niz taksitlendirilmiştir.

Yazara Ait Diğer Yazılar