Sistemi değil pipetini değiştir
Dünya yanıyor, kutuplar eriyor, su kaynakları tükeniyor… Ve bize ne deniyor?
“Plastik pipet kullanma.”
Birleşmiş Milletler’in yirmi yıldır sürdürdüğü Sürdürülebilir Kalkınma için Eğitim (ESD) kampanyası tam da bu mantığın ürünü: Küresel krizin çözümünü, bireyin alışveriş sepetine sığdırmak. Küresel eğitim sistemlerinde çocuklara hiçbir zaman “Dünyayı nasıl değiştireceksin?” sorusu sorulmadı. Ama artık sık sık şu soruyla karşılaşıyorlar: “Alışverişini nasıl yapacaksın?”
Küresel ısınmayı, karbon salımını, ormansızlaşmayı; yani sistemik meseleleri konuşmak yorucu, riskli ve politik. O yüzden meseleyi basitleştirdik: Kurtuluş, geri dönüşüm kutusunun içinde. Küresel üretim ağları, enerji tekelleri, finansal bağımlılıklar yerli yerinde duruyor; ama müfredatta “daha az tüket, daha çok geri dönüştür” yazıyor. Bu pedagojinin adı: “iyi niyetli yanılsama.” Sonuçta kimse “sistem değişsin” demiyor; herkes “alışkanlıklarımız değişsin” diyor. Çünkü sistem, alışkanlık değişimini sever, kendisini sorgulayanı değil.
Neoliberalizmin yeni maskesi ekolojik etik
Araştırmacı Kathryn Wheeler, BM’nin bu eğitim modelini şöyle tarif ediyor “Tüketiciyi ahlaki bir özneye indirger.” Yani vatandaş değil, müşteri; politika değil, tercih; iktidar değil, davranış. Böylelikle iklim krizi, niyet meselesine dönüşüyor. Haliyle çevre bilinci de bir ahlak koduna dönüşüyor. Ve bu ahlak, tam da neoliberal çağın istediği gibi: kolektif sorumluluk yerine bireysel suçluluk, politik eylem yerine tüketim etiğinden teşekkül.
Bir çocuğun sınıfta öğrendiği “geri dönüşüm” dersi, Amazon’daki orman kesimini durdurmaz, Çin’in kömür tüketimini azaltmaz, Avrupa’nın atık ihracını engellemez. Ama işe yarar: çünkü sistemin değişmesi gerekmediğini hatırlatır. Yani, düzeni sorgulamak yerine, içinde iyi davranmayı öğrenen bir kuşak.
“Eleştirel düşünme” diyorlar, ama eleştiri müfredat dışı. “Ekolojik vatandaşlık” diyorlar, ama vatandaşlık kısmı sessiz harf. Aslında yetiştirdikleri yeni küresel insan tipi belli: İtaatkâr çevreci. Sistemi eleştirmeyen, ama içinde doğru davranan kişi. Yani neoliberalizmin çevre dostu versiyonu: politik eylem yerine kişisel etik.
Üstelik bu çevreci ahlak da sınıfsal bir ayrıcalık. Organik ürün almak, karbon ayak izi hesaplamak, yerel üreticiden alışveriş yapmak... Bunları kim yapabiliyor? Şehirli orta sınıf ve yukarısı. Düşük gelirli kesim zaten az tüketiyor; çünkü mecbur. Ama sürdürülebilirlik söylemi, yine onları hedefe koyuyor: “Bilinsiz tüketici”, “eğitilmesi gereken kitle.” Yani yoksulluğu sorgulamak yerine, onu “farkındalık atölyesi”ne dönüştürüyoruz. İroni şu: UNESCO belgeleri “sistem düşüncesi”nden bahsediyor, ama sistemin kendisine dokunmuyor. “Eleştirel düşünme”yi övüyor, ama eleştiriyi geri dönüşümün sınırlarına hapsediyor. Mesaj net: Düzeni sorgulama.
Sürdürülebilirliğin yeni putu: sorumlu tüketici
Gerçek sürdürülebilirlik, bireyin iyi niyetine değil; ekonomik gücün yeniden dağıtılmasına dayanır. Ama bu kelimeler –iktidar, yeniden dağıtım, sistem– ESD (Sürdürülebilir Kalkınma için Eğitim) sözlüğünde yok. Çünkü “davranış değişikliği” modeline sığmaz. Davranışı değiştirirsin, düşünceyi değil. Alışkanlığın yönünü çevirirsin, sistemin yönünü değil. Ve sistem tam da bunu ister: Sen tüketici olarak kal, ama “sorumlu” ol. Düzeni ayakta tut, ama “doğayı koru.” Hem pipetini değiştir hem de vicdanını rahatlat.
İşte sürdürülebilirliğin yeni putu bu: Sorumlu tüketici. Sorumlu ama etkisiz. Çünkü en büyük çevre krizi, iklim değil; siyasetsizleşme krizidir. Vatandaşı müşteriye, politikayı tercihe, kolektif eylemi kişisel sorumluluğa dönüştüren bir çağdayız. O yüzden çocuklara artık “daha az tüketmeyi” değil, “daha fazla sorgulamayı” öğretmenin zamanı geldi. Ne yediğini, ne giydiğini, ne harcadığını değil; kimin kazandığını, kimin kaybettiğini sormalarının zamanı.