Avrupa’nın yeni lideri Charles de Gaulle

İkinci Dünya Savaşı esnasında malumu­nuz olduğu üzere, Adolf Hitler’in Nazi Al­manya’sı Paris’i işgal etmiş, Fransa’nın ta­mamını ele geçirmiş ve bu süreci daha net yönetip Fransızların da aklını karıştırabil­mek için Vichy hükümetini kurdurmuş­tu.

Birinci Dünya Savaşındaki ünlü Verdun Muharebesinin şanlı Mareşali Henri Phi­lippe Pétain de Vichy Hükümetinin başına geçmişti. Bir önceki savaşta milli kahraman olan Pétain, birçok Fransız’a göre İkinci Dünya Savaşının sonunu vatan haini ola­rak tamamlayacaktı. Bu esnada Fransa işgal olur olmaz, Amerikalılar Vichy hükümeti­ni tanımış hatta büyükelçi bile yollamışlar­dı. Ancak Winston Churchill direniş konu­sunda kararlı olan Fransız General Charles de Gaulle’ü İngiltere’ye getirtmiş ve özgür Fransa hareketini bir direniş olarak başlat­mıştı.

Kuzey Afrika’nın, müttefiklerin Meşale Harekatıyla ele geçmesinden sonra Fransız direniş hareketinin merkezi Afrika’ya taşın­mış, akabinde de Nazilerin yenilmesiyle be­raber Charles de Gaulle Dördüncü Cumhu­riyetin Başbakanı olarak göreve başlamış­tı. De Gaulle ile ilgili söylenebilecek birçok şey var ama bugünkü konu Avrupa güvenliği üzerinden şekilleneceği için, işin sadece gü­venlik tarafına değinmek istiyorum.

Fransızları, Alman işgalinden kurtaran Amerika ve İngiltere idi. Ancak savaş biter bitmez Charles de Gaulle bir şeyin çok net farkındaydı; Fransa kendi askeri kapasitesi­ni bir an önce üst düzeye taşımadığı takdir­de, Rusya’ya karşı onu ABD korumaya de­vam edecek, Fransa ise daimi olarak Ame­rika Birleşik Devletleri’nin gölgesi altında kalmaya mahkûm olacaktı. Bu yüzden Be­şinci Cumhuriyet kurulup Fransa’nın mut­lak hâkimi olur olmaz Charles de Gaulle, ge­rek nükleer kapasite, gerekse ordunun ge­nel muhteviyatını farklı bir noktaya taşıdı.

Amerika ve İngiltere’den bağımsız bir Av­rupa savunma gücü kurabilmek için, savaş acıları çok tazeyken, ülkesini işgal etmiş olan Almanların Başbakanı Konrad Adena­uer ile ilişkileri geliştirdi. Avrupa ekonomik topluluğunun kurulmasına önayak oldu ve bu topluluğa İngiltere’nin girmesini iki kez veto etti. Çünkü bir gerçek var ki ekono­mik ve askeri olarak de Gaulle, İngiltere’yi Amerika’nın “Truva Atı” olarak görüyor­du. İşte bütün bu sebeplerden ötürü ABD ve İngiltere’nin olmadığı mutlak bir Avru­pa askeri gücü kurmak de Gaulle’ün en bü­yük hayaliydi. De Gaulle öldüğü güne kadar da ülkesinin askeri kapasitesini en yukarı­ya taşımak için elinden geleni yaptı. Birçok konuda eleştirilen ve bu politikaları yıllarca çekince ile karşılanan de Gaulle ve fikirleri, Avrupa’da bugün tekrar gündemde ve o fi­kirlere Avrupalılar 55 sene sonra büyük ih­tiyaç duyuyorlar.

Tabii ki Avrupa’nın NATO bünyesinde ve büyük ölçüde ABD destekli bir savun­ma stratejisi belirlemesinin Avrupa eko­nomilerinin kalkınmasında ve Avrupa’nın refah düzeyinin bugün geldiği konuma gel­mesinde çok büyük katkısı var. Ancak bun­dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Trump’ın Başkanlığı bitip yerine Roosevelt, Truman, Eisenhower tarzı bir başkan bile gelse artık pandoranın kutusu açıldı ve Av­rupalılar güvenlik noktasında Amerika’ya bir daha asla eskisi kadar güvenmeyecek.

Buradaki esas konu, Avrupa’nın ortak as­keri kapasite ve ortak bir savunma strateji­si oluşturması ekonomik olarak gayet ola­sı. Avrupalıların bunu yapacak hem parası hem de alt yapısı var. Ancak iki önemli ko­nu Avrupa’yı bu atılımın eşiğinde düşündü­rüyor. Bunlardan birincisi teknolojik ola­rak en iyi silahları bile yapsalar, asker sayı­sı Avrupa nüfusuna kıyaslandığında çok da rahat oluşturulabilecek bir güç değil. İkin­cisi ise savunma sanayine ve yeni güvenlik politikalarına ayrılacak bütçe, bu kadar se­nedir Avrupa’yı ihya eden sosyal ve ekono­mik politikalardan geri adım atılması anla­mına geliyor. Diğer bir deyişle şu ana kadar harcanan paraların halkın refahına ve sana­yi yatırımlarına gittiğini hesapladığımızda bundan sonra savunmaya gidecek olan büt­çenin, Avrupa halklarını eski refahından ge­riye düşüreceği kesin.

Avrupa, sahip olduğu altyapıyla büyük bir savunma sanayii oluşturabilir, ekonomisiy­le buna bütçe de ayırabilir ama Avrupa hal­kı ve Avrupa devletleri bireysel refahların­dan ve alıştığı düzenden feragat etmeye ha­zır mı? İşte esas soru tam olarak bu.

Yazara Ait Diğer Yazılar