Bir veda, bir başlangıç: Hayata ve ölüme dair sessiz bir muhasebe
Bugün sizlere ne ekonomiden bahsedeceğim ne de finans piyasalarının dalgalı grafiklerinden. Bazen hayat, tüm verileri, analizleri, tabloları bir kenara bırakıp insanı daha derin, daha kişisel bir muhasebeye davet eder. Son iki haftadır peş peşe aldığım acı haberler, beni işte tam da böyle bir sessizliğin ve içe dönüşün eşiğine taşıdı.
İlk haber, sabah koşularının ardından dostlarla içilen kahvenin sıcağında geldi. O güne kadar keyif ve enerjiyle başlayan sabah, bir anda boğazımda düğümlenen bir sessizliğe büründü. Sevgili spor arkadaşım Haluk’un zarif eşi Vera, aramızdan ayrılmıştı.
Vera, mücadeleyi, direnci, samimiyeti ve sevgiyi taşıyan, geç tanıdığınızda bile sanki yıllardır hayatınızdaymış hissi uyandıran nadir insanlardandı. Yıllardır süren hastalığını hiç kimseye hissettirmeden, hayata bağlılığı ve mücadelesi ile hepimizin zihnine ve kalbine dokunmuştu. Arkasında yalnızca anılar değil, yaşarken yaşattığı değerler bıraktı.
Bir rol modeldi
Henüz bu haberi sindirememişken, cumartesi sabahı, her zamanki bisiklet rotam için hazırlandığım sırada, eski hazineci dostlarla kurduğumuz bir gruptan gelen yeni bir mesaj beni yeniden sarstı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın önceki başkanlarından, saygın bürokrat Sayın Rüşdü Saracoğlu’nu kaybettiğimizi öğrendim.
Bankacılık kariyerimin henüz başında, genç bir hazineciyken, kendisinden sadece ekonomi ya da para politikası değil, kamu görevinin ne demek olduğunu, ilkeli duruşun ne kadar kıymetli olduğunu öğrenmiştim. Rüşdü Bey benim için yalnızca bir merkez bankası başkanı değil, aynı zamanda bir rehber, bir rol modeldi. Onun bürokrasideki varlığı, liyakatin ve etik değerlerin ışığında nasıl bir duruş sergilenebileceğini gösteriyordu.
Fotoğraf ise benim için hayatla bağ kurmanın özel yollarından biri.
Özellikle doğa ve insanı konu alan kareler, kalbimde farklı bir yere sahip. Son yıllarda bu ilgimi paylaşan kızım da fotoğraf sanatına ilgi duymaya başladı. Onun sayesinde birçok değerli fotoğrafçıyı birlikte keşfettik. Bunlardan biri de yalnızca bir sanatçı değil, aynı zamanda bir vicdan, bir tanık olan Sebastiao Salgado idi.
Bir kahve molasında gelen mesajla Salgado’nun da vefat haberini aldım. Dünyanın acılarını ve direnişini objektifine yansıtan, insanlığın kolektif belleğine güçlü bir iz bırakan bu büyük sanatçının kaybı, içimde bambaşka bir boşluk bıraktı.
Sevgili Vera’nın cenaze töreni, 1859 yılında açılan ve Sultan Abdülmecid’in emriyle Feriköy’de kurulan Protestan Mezarlığı’nda gerçekleşti. Kalabalık bir katılım vardı. Ama törende asıl iz bırakan, Papaz Prof. Dr. Turgay Uçal’ın yaptığı konuşmaydı. Her bir cümlesi, oradaki herkesin kalbine dokundu.
Dinlerin, mezheplerin, kimliklerin ötesinde, insanlığın ortak paydasında buluşturan bir konuşmaydı bu.
Katılımcılardan, müslüman olanlardan helallik ve bir Fatiha, Yahudi dostlardan “Zikhronah livrakha” (Hatırasının kutsanması) ve Kaddiş duası, Protestanlardan ise kendi geleneklerine uygun dualarla Vera’nın ruhuna eşlik etmelerini istedi. O an orada bulunan herkes, farklılıklarımızın değil, ortak insanlığımızın kutsallığını hissetti.
Turgay Bey’in konuşmasının sonunda altını çizdiği bir cümle hâlâ kulağımda: “Ölüm, bir son değil; yeni bir başlangıçtır. Nasıl bir hayat yaşadığınız, etrafınıza ne kattığınız, sizi yaşarken olduğu kadar öldükten sonra da hatırlanır kılar.”
Hayatın, hepimize geçici bir yolculuk hakkı tanıdığı bu dünyada, ardımızda bırakacağımız en kalıcı iz; insanlara kattığımız değerdir. Sevgi, dürüstlük, ilke ve vefa... Hepsi birer mirastır. Ve ölüm, bu mirasın vicdanlarda yankılandığı andır.
Bugün ekonomi konuşmayacağım dedim ya... Aslında bu yazı da bir tür değer muhasebesi. Çünkü en büyük servetimiz, ardımızdan nasıl hatırlandığımızda saklıdır.