Cumhuriyet: Sonsuz oyunun en değerli sahası

“Benim naçiz vücu­dum elbet bir gün top­rak olacaktır, ama Türkiye Cumhuri­yeti sonsuza kadar yaşa­yacaktır.” — Mustafa Kemal Atatürk

Dört yıl önce içimden gelerek bir yazı kaleme almıştım, bu yazı ne fi­nans ne de ekonomiyle ilgiliydi. “Sonlu oyun” ve “sonsuz oyun” kavramlarını temel alarak Mustafa Kemal Atatürk’ün Cum­huriyet’i kurarken nasıl bir dü­şünsel yol izlediğini anlatıyordu.

Sonlu oyun, oyuncuları, kural­ları ve süresi belli; sonunda kaza­nanı ve kaybedeni olan bir oyun­dur. Futbol, satranç, basketbol gi­bi örnekler sonlu oyunlara girer

Sonsuz oyun ise kazanmak için değil, oyunu sürdürebilmek için oynanır. Bu oyunların ne be­lirli bir başlangıcı ne de kesin bir bitişi vardır. Amaç, katılımcıların oyunu devam ettirebilmesi için koşulları yeniden yaratmaktır.

Kurallar değişebilir, oyuncu­lar girip çıkabilir; ama oyun — yani yaşamın, bilimin, kültürün, ekonominin ve siyasetin ken­disi— varlığını sürdürür. Son­suz oyun anlayışı, insanın dün­yayla ilişkisini rekabet üzerin­den değil, süreklilik, öğrenme ve anlam üretimi üzerinden ku­rar. Bu bakışta “zafer” geçicidir; kalıcı olan “oyunun kendisidir.” Bir başka deyişle, önemli olan ra­kibi yenmek değil, oyunu birlikte sürdürebilmektir.

Sonsuz oyunun yönetim dili

Yönetim dünyasında sonsuz oyun oynamak, kısa vadeli kâr he­defleri yerine uzun vadeli güven, sürdürülebilirlik ve değer yaratı­mına odaklanmaktır. Gerçek lider­lik, insanları geçici çıkarlarla de­ğil, kalıcı bir amaçla bir araya ge­tirmektir. Toplumsal düzlemde de bu anlayış, rekabeti değil, dayanış­mayı ve ortak iyiliği öne çıkarır.

Bir ülke yönetimi açısından ba­kıldığında “sonsuz oyun”, siyase­ti sadece “iktidarı kazanma” mü­cadelesi olarak değil, ulusun sü­rekliliğini ve toplumsal uyumu koruma sanatı olarak tanımlar. Devletin başarısı, seçim zaferle­riyle değil; kurumların gücü, top­lumun refahı ve adaletin kalıcılı­ğıyla ölçülmelidir.

Bu bakışta yönetim, bir “ya­rış” değil, kuşaklar arası bir ema­net zinciridir. Her hükümet, bir sonrakine devredeceği toplumsal sermayeyi güçlendirmekle so­rumludur.

Sonsuz oyun mantığıyla yönetim

Amacı oyunu sürdürülebilir kıl­mak; demokrasiyi, adaleti, liyakati ve toplumsal güveni yaşatmaktır.

Kurumların ömrü hükümetler­den uzun, hatta mümkünse son­suz olmalıdır.

Ekonomi, eğitim, yargı ve çevre politikaları “bugünü kurtarmak” için değil, gelecek kuşaklara daha sağlam bir sistem bırakmak için şekillendirilmelidir.

Siyasi rakipler düşman değil, oyunun diğer oyuncularıdır.

Liderlik, iktidarı koruma değil, emaneti güçlendirme bilincidir.

Türkiye’de oyun dili: Sonsuzdan sonluya

Yakın tarihimize baktığımız­da, Türkiye’nin 2000’li yılla­rın başında bir sonsuz oyun dili kullandığını görürüz. 2002–2011 döneminde “demok­ratikleşme”, “AB üyeliği”, “eko­nomik reformlar” ve “sivil siya­set” gibi söylemler oyunun ala­nını genişletmeyi amaçlıyordu. Amaç, toplumun daha fazla katı­lım göstermesini sağlayarak oyu­nu kapsayıcı kılmaktı.

Ne var ki, 2013 sonrasında bu anlayış yerini sonlu oyun mantı­ğına bıraktı. Gücün merkezileş­mesi, kurumların kişiselleşmesi ve eleştirinin bastırılmasıyla si­yaset artık “süregelen bir süreç” değil, “iktidarın kaybedilmeme­si gereken bir mücadele” haline geldi. Kurallar esnetildi, rakipler tehdit olarak görülmeye başlan­dı. Oyun artık sürsün diye değil, oyun alanı kontrol altında tutul­sun diye oynanıyordu.

Kurumsal ve toplumsal yansımalar

Kurumlar hakemlikten çı­kıp oyunculardan birinin ta­rafına geçtiğinde, oyun adale­tini ve sürekliliğini kaybeder. Yargı, medya, ekonomi ve eğitim­de öngörülebilirlik yerine güç merkezli uyum ön plana çıktı. Toplum kutuplaştı, siyaset sı­fır-toplamlı hale geldi: bir tarafın kazancı, diğerinin kaybı olarak algılandı. Bu da oyunun sürdürü­lebilirliğini zayıflattı.

Ekonomi: Oyunun kuralları

Ekonomi de özünde bir oyun­dur. Kurallar —para politikası, bütçe disiplini, hukuki güven­lik— herkes için geçerli oldu­ğunda oyun sonsuza yakınsar. Bu sonsuz oyun anlayışıdır: gü­veni, katılımı ve sürekliliği ko­rur. Ancak kuralların sık sık de­ğiştiği, kazananların yakınlık ilişkileriyle belirlendiği ortam­larda ekonomi sonlu oyuna dö­nüşür. Amaç artık refah yarat­mak değil, kaynak dağıtımını ve iktidarı sürdürmek olur.

Sonlu oyunun ekonomik anatomisi

Kural Değiştirme Kültürü: Faiz, vergi, KKM, af ve regülas­yonlar sık sık değişiyor; yatırım­cı, üretici ve vatandaş önünü gö­remiyor.

Kaynakların Dağılımı: Ka­mu ihaleleri, teşvikler ve kredi­ler belli çevrelerde yoğunlaşı­yor; ekonomi üretim değil, erişim üzerinden değer yaratıyor.

Finansal Alanın Daralması: Sermaye piyasaları uzun vadeli yatırım yerine kısa vadeli spekü­latif hareketlere bağımlı hale geli­yor. Merkez Bankası, piyasa kuralı koyan bir kurum olmaktan çok ge­çici istikrar görüntüsünü koruyan bir mekanizma gibi davranıyor.

Sonlu oyunun en büyük yanıl­gısı şudur: Oyun sürüyor gibi gö­rünür, ama anlamı kaybolur; oyu­nu sürdürecek kaynaklar tükenir.

Sonsuz oyunun liderliği

Atatürk’ün şu sözü, bu anlayı­şın özünü özetler:

“Ümitsiz durumlar yoktur, ümitsiz insanlar vardır.”

Türkiye’nin çıkış yolu, oyu­nu yeniden sonsuza açmaktır. Bu da yalnızca sonsuz oyun zih­niyetine sahip liderlerle müm­kündür:

Gücü elde tutmak için değil, güveni, kurumları ve toplumsal sürekliliği korumak için müca­dele eden; oyunun anlamını yaşa­tan liderlerle.

Atatürk’ün liderliği tam da budur.

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ama Tür­kiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır.” derken, bir mille­tin sonsuz oyununu başlatmıştır. Bugün bizlere düşen, bu zihniye­ti içselleştirmek ve o oyunu sür­dürmektir.

Yazara Ait Diğer Yazılar