Zihnin zincirleri: Bireyin özgürleşmediği toplumun ekonomisi özgürleşebilir mi?

Londra’da bulunduğum yıllar­da bir arkadaşım ile yaptığım bir sohbette konu bir anda Stoacı felsefeye gelmişti. O dönem Sto­acılığı derinlemesine bilmiyor­dum fakat zamanla okudukça ve düşünmeye başladıkça bu öğreti­nin hem bireysel hem toplumsal düzeyde ne kadar dönüştürücü olabileceğini fark ettim.

“Stoa” kelimesi Yunanca sü­tunlu, üstü kapalı yürüyüş yo­lu anlamına gelir. Felsefenin adı da Atina’daki “Stoa Poikile”— Boyalı Stoa’dan—gelir. Bu ayrın­tı, Stoacılığın ruhunu belirleyen kritik bir özelliktir. Bu felsefe bir okuldan değil, kamusal, herkesin içinden geçebildiği bir alandan doğmuştur.

Kurucusu Zenon, M.Ö. 300’ler­de Atina’ya geldiğinde derslerini kapalı bir akademide değil, Ago­ranın içindeki bu uzun galeri­de vermeye başladı. Zengin-fa­kir, köle-özgür ayrımı yapma­dan herkesin dinleyebileceği bir alanda… Bu yüzden stoacı düşün­ce, elit bir çevrenin değil, toplu­mun tamamının erişimine açık bir yaşam rehberine dönüştü. Köle olarak doğan Epiktetos’un da, Roma’nın en güçlü impara­torlarından Marcus Aurelius’un da aynı felsefeden beslenebilme­si, Stoacılığın sınıflar üstü ka­rakterinin en çarpıcı kanıtıdır.

Marcus Aurelius, 2. yüzyılda kaosun ortasında şöyle yazmıştı:

“Gücün, düşüncelerini yö­netebildiğin yerde başlar; zihnin üzerinde gücün vardır — dış olaylar üzerinde değil.”

Bugün bu cümlenin yalnızca felsefi bir teselli değil, ekonomik kalkınma, kurumsal güç ve siya­sal istikrar açısından temel bir gerçek olduğunu görüyoruz. Gü­nün sonunda zihnini yöneteme­yen birey, kendi hayatının nesne­si haline gelir. Nesneleşen birey­lerden oluşan toplum ise dışsal etkilerle kolay yönlendirilen kı­rılgan bir yapıya dönüşür.

Bu yalnızca bir psikoloji mese­lesi değil. Kahneman’ın davranışsal eko­nomi analizleri, Acemoğlu’nun kurumsal teori çerçeveleri, Stig­litz’in belirsizlik modelleri, Ja­mes C. Scott’un devlet-toplum okumaları aynı noktayı vurgu­luyor.

Zihinsel özerkliğin zayıf oldu­ğu toplumlarda ekonomik kal­kınma da demokrasi de sürdü­rülebilir değildir.

Toplumsal refleksler dışarıdan belirlenince ekonomi de kırılganlaşır

Türkiye dahil olmak üzere pek çok ülkede bireyler ekonomik tercihlerinden gündelik kararla­rına kadar dışsal otoritenin yön­lendirmesiyle hareket ettiği açık bir gerçektir. Sosyal medyanın akışları, eko­nomik kaygıların bas­kısı, otoritenin telkinle­ri ve sürü psikolojisinin itişi… Tüm bunlar bire­yin özerk karar kapasi­tesini aşındırmaktadır.

Seneca’nın dediği gibi: “Özgürlük, insanın ken­disi olmasından baş­ka bir şey değildir.” Başkalarının işaretleriyle yaşa­yan birey, kendi yolunu kaybe­der.

Bu yalnızca bireysel bir sorun değil; ekonomik bir maliyettir. Kahneman’ın yıllardır anlattı­ğı gibi, insan zihni belirsizlik al­tında rasyonel değil duygusal ça­lışır. Duygusal toplum, duygusal piyasa ve kırılgan ekonomi de­mektir.

Ekonomide zihinsel zafiyetin üç büyük sonucu

1. Panik ve coşku arasında salınan piyasa davranışı

Aşırı tepki, balonlar, ani çöküşler… Epiktetos’un dediği gibi: “İnsanları sarsan şey olaylar değil, onlar hakkındaki yargı­larıdır.”

Bugün piyasalarda gördüğü­müz volatilitenin önemli kısmı bu zihinsel yargı hatalarından kaynaklanıyor.

2. Verimsiz kaynak dağılımı

Acemoğlu’nun “sömürücü ku­rumlar” tanımı özellikle zihin­sel özerkliği zayıf toplumlarda güç kazanır. Sorgulamayan birey hesap sormaz; liyakat yerine ya­kınlık tercih edilir. Bu da potan­siyelin yarısıyla çalışan bir eko­nomi demektir.

3. Güven krizleri

Ekonomik refahın özü güven­dir; güvenin özü öngörülebilir­liktir. Zihinsel bağımsızlığı dü­şük toplumda öngörülebilir va­tandaş davranışı yok olduğu için finansal sistem sürekli stres ya­şar. Sonuç basit ama nettir: Güçlü ekonomi güçlü zihin is­ter. Zihinsel zafiyet, ekono­mik zafiyete dönüşür.

Zihinsel bağımsızlığın zayıf olduğu toplumlarda yönetim de kırılganlaşır

James C. Scott’un işaret ettiği gibi, halkın zihinsel özerkliği za­yıfsa devlet gücü “ikna ile değil, alışkanlık ve korkuyla” inşa edi­lir. Böyle toplumlarda yönetim doğal olarak şu modele evrilir:

* Merkeziyetçilik

* Düşük hesap verilebilirlik

* Güç yoğunlaşması

Kurumsal erozyon

Bu bir kehanet değil; belirsiz­lik ve bilgide asimetrinin art­masıyla sistemin yukarıdan aşa­ğı yönetim modellerine kayması yapısal bir sonuçtur. Zihinsel ba­ğımsızlık zayıfladıkça siyasal ba­ğımsızlık da aşınır.

Gelecek kuşaklar: En sessiz ama en derin kayıp

Bugün en büyük tehlike yal­nızca enflasyon, bütçe açı­ğı veya işsizlik değil; zihin­sel sermayenin erozyonudur. Sorgulamak yerine ezberleyen, yaratmak yerine kopyalayan, risk almak yerine uyum sağlayan bir kuşak büyürse bir ülke sadece bugününü değil, yarınını da kay­beder. Hayal gücünü yitiren ço­cuk, geleceğini inşa edemez.

Peki çıkış nerede? Yeniden Marcus Aurelius’a dönelim

Aurelius’un dediği gibi: “Zihnini eğiten insan, kaderi­ni eğitir.”

Özgür bir toplumun inşası bü­yük reformlarla değil, bireyin zihninde başlar. Bu çerçevede dönüşüm üç halkadan oluşur:

1. Bireysel zihinsel egemenlik

Korkularını yönetebilen, yar­gılarını sorgulayabilen birey top­lumun temelidir.

2. Mikro topluluklar

Aile, arkadaş çevresi, iş grup­ları… Küçük topluluklarda geli­şen zihinsel özgürlük zamanla topluma yayılır.

3. Kolektif kültürel dönü­şüm

Stoacıların “ortak iyilik” dedi­ği şey bugün demokratik katılım, dayanışma ve sivil toplum kül­türüne karşılık geliyor.Devletin değil, toplumun içinden yükse­len bir güç…

Son söz: Dönüşüm dışarıda değil içeridedir

Güçlü toplumların or­tak noktası güçlü ekono­miyi mümkün kılan, zihin­sel olarak özgür bireylerdir. Zihinsel bağımsızlığın olmadığı toplumlarda ekonomi kırılgan, siyaset tek yönlü, gelecek ise sis­li olur.

Epiktetos’un dediği gibi: “Özgürlük, zihnin kendine ait olduğunu fark ettiği anda baş­lar.”

Toplumsal zincirleri kırmak istiyorsak önce bireyin zihninde­ki görünmez zincirleri kırmalıyız çünkü zihinsel özgürlüğün filiz­lendiği yerde ekonomi güçlenir, kurumlar olgunlaşır, siyaset den­gelenir ve gelecek berraklaşır.

Yazara Ait Diğer Yazılar