Bu ülkeye borcumuz var…

“Umutsuzluk soluklanacak bir durak, so­rumluluk kalkıp yürümek ve hatta he­deflere koşmak için yeniden cesaret topladığı­mız andır; çünkü geleceği değiştirenler, yorul­sa da yoldan dönmeyenlerdir”….

Yazacak o kadar çok konu varken, yaşadı­ğımız bunca karmaşanın içinden birini seçip üzerine düşünmek bile bugünlerde içimden gelmiyor. Belki birikmiş bir yorgunluk, bel­ki de içten içe büyüyen bir sıkıntı… Ne derse­niz deyin, kelimeler bazen zihnimde dolaşıyor ama kaleme dökülmek istemiyor. Ekonomiden siyasete, toplumdan gençlerin geleceğine ka­dar dokunduğum her başlık kendi içinde ağır bir yük taşıyor.

Enflasyon desen, gelir dağılımını bozan, ha­yatları kabusa çeviren, düşmesinde gecikildi­ği her gün yeni bahaneler uydurulan bir sorun yumağına dönüşmüş durumda. Bu konuda ya­zayım diyorum ama sorun o kadar dallanıp bu­daklanmış ki, bu köşeye sığdırmam mümkün değil. Sermaye piyasaları desen; büyük yatı­rımcıların arasında küçücük balıkların yutul­duğu küçük tasarruf sahiplerinin denizi gibi. İnsanları uyarmak istiyorum ama nereden baş­lasam sonu yine aynı yere, ahlakın aşınmasına, kuralların görmezden gelinmesine geliyor.

“Yarının Adamı: Mustafa Kemal’i Anlamak”

Bütçe açığını, vergi adaletsizliğini, keyfi yö­netilen bir sistemin çarpıklığını yazayım diyo­rum; kendimi bir anda karanlık bir labirentin duvarlarına çarparken buluyorum. Çünkü va­tandaşın iradesinin neredeyse elinden alınmış olduğu, insanların günü kurtarmaya çalıştığı bir ortamda teknik analizler yapmanın bir an­lamı kalmıyor. Sanki içimdeki bir ses, “Bu labi­rentin dar koridorlarında onları da kaybettir­me” diyerek beni durduruyor.

Gençlerin kurulamayan hayallerini, umutla­rının nasıl sönmeye başladığını yazmak istiyo­rum; çözüm önermek istiyorum ama nereden başlanır, hangi düğüm ilk çözülür, gerçekten şu sıralar kafamı toplayamıyorum. Yaşlanan nüfusu, değişen demografiyi, önümüzdeki yıl­larda ekonomiyi nasıl bir çıkmaza sürükleye­ceğini düşündükçe içime bir ağırlık çöküyor. Dünya yapay zekâda yarışırken, kuantum bil­gisayarlarının hayatımıza kaç yıl içinde gire­ceği tartışılırken, bizim tekstil sanayimizin neden Mısır’a, Bangladeş’e taşındığını sorgu­lamak bile canımı sıkıyor.

Faiz yüksek mi düşük mü? Kur değerli mi de­ğersiz mi? Borsa neden yükselmiyor? Vatandaş TL mi tercih ediyor, dövize mi gidiyor? Altın fi­yatları neden arttı, daha da yükselir mi? Bu soru­ların her birine yıllardır yanıt verdim; ancak bu­gün içimden gelmiyor. Adeta bir habitüasyona*, bir duygusal uyuşmaya kapılmış gibiyim. Bazı konulara artık tepki bile vermek istemiyorum.

Tam böyle bir ruh halindeyken, büyük bir merakla ve keyifle dinlediğim “Yarının Adamı: Mustafa Kemal’i Anlamak” kitabında geçen satırlar geliyor aklıma. O satırlar beni silkeli­yor. İçten bir ses, “Senin böyle bir lüksün yok, yazmalısın, paylaşmalısın,” diyor. 87 yıl önce ebediyete uğurladığımız, hiç görmediğim hal­de büyük bir sevgi ve minnet duyduğum o lide­rin o sözü geliyor aklıma: “Benim naçiz vücu­dum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Tür­kiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır.”

“Senin bıkmaya yorulmaya hakkın yok”

Karşılaştığı zorluklara, içine düştüğü umut­suzluk anlarına rağmen vazgeçmeyen, bütün imkansızlıklara karşın bir ülkeyi ayağa kaldı­ran, onu gençliğe emanet eden bir liderin mü­cadelesini düşününce, kendi yılgınlığımın as­lında ne kadar sıradan kaldığını görüyorum. O yüzden kendi kendime, “Senin bıkmaya, yorul­maya hakkın yok,” diyorum.

Bugün yukarıda saydığım meselelerden bi­rine derinlemesine girmeyeceğim. Çünkü bu­gün, Atatürk’ü ebediyete uğurladığımız gün; bir muhasebe günü. Sadece benim için değil, hepimiz için. Sizden dileğim, bu muhasebeyi siz de yapın. “Ülke benim için ne yapıyor?” so­rusunun gölgesinde beklemek yerine, “Ben ül­kem için ne yapabilirim?” sorusunu kendinize yüksek sesle sorun.

Çünkü geleceğimizi yeniden şekillendir­mek, irademizi geri kazanmak ve daha güzel yarınlara uzanabilmek ancak bu soruya vere­ceğimiz dürüst yanıtlarla mümkün olacak. Bu­gün buruk, hüzünlü, anma dolu bir gün… Ama aynı zamanda güzel bir gün. Çünkü hatırlamak, sorumluluk duygusunu yeniden uyandırır.

Ve ben, tüm karmaşanın, tüm yılgınlığın, tüm umutsuz duyguların arasında bile şunu biliyorum: Bu ülkeye borcumuz var. Ben ken­di payıma bu borcu ödemekten asla vazgeçme­yeceğim.

*Habitüasyon: Bir uyarana tekrar tekrar ma­ruz kalındığında, o uyarana verilen tepkinin gi­derek azalmasıdır. Beyin “bu uyarı artık tehli­keli ya da önemli değil” diye düşünür ve reak­siyonu kısar

Yazara Ait Diğer Yazılar