Enflasyonla mücadelede asıl mesele: Güven ve süreç
“Başarı bir sonuç değildir, doğru sürecin doğal ürünüdür.”
John Wooden
Türkiye’de son günlerde tasarruf tercihlerinde dikkat çekici bir değişim yaşanıyor. Bireysel döviz mevduatlarının yaklaşık yüzde 43’ü artık altın cinsinden tutuluyor. Merkez Bankası ve ekonomistlerin hesaplamalarına göre yastık altında 311 milyar dolar değerinde altın bulunuyor. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, geçtiğimiz günlerde Hollanda’da katıldığı bir panelde bu miktarı 500 milyar dolar olarak telaffuz ederek çıtayı daha da yükseltti. Ona göre bu devasa birikim, enflasyonla mücadelenin önündeki en büyük engellerden biri.
Eylül ayında beklentilerin üzerinde gelen enflasyon rakamlarını görünce, iş hayatımda edindiğim tecrübelerle bağ kurmadan edemedim. Aklıma önce İnsan Kaynakları bölümlerinin sıkça kullandığı Güven–Performans Matrisi geldi. Sonra da “sonuç ve süreç” arasında yaşanan yönetim ikilemi… Bu iki kavramı Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelesine uyarlamak, günümüz para politikasını anlamak için güçlü bir çerçeve sunuyor düşüncesindeyim.
Güven–performans matrisi: Para politikası açısından bir bakış
Güven–Performans Matrisi, X ekseninde güveni, Y ekseninde performansı gösteren basit bir diyagramdır. Hiçbir kurum düşük performanslı ve güvenilmez kişilerle çalışmak istemez. Yüksek performans gösterip güven vermeyen çalışanlar ise şirketlerin en toksik üyeleri olur; kısa vadede sonuç üretirler ama uzun vadede zarar verirler. İdeal profil ise yüksek performans ve yüksek güveni bir arada taşıyanlardır. Orta performanslı ama yüksek güvenilirlik gösteren çalışanlar da organizasyonlar için değerli bir tercihtir. Yüksek performans gösteren güven duyulmayan çalışanlara tercih edilmeleri hiç şaşırtıcı değildir.
Aynı mantığı Merkez Bankası’nın para politikasına uyarladığımızda şu tablonun ortaya çıktığını görüyorum. Toplumun güveni, para politikasının görünmeyen sermayesidir. Toplum, “Merkez Bankası enflasyonu şu seviyeye indirmeyi hedefliyorum” dediğinde buna inanıyorsa, faiz kararları güçlü bir istikrar sinyali haline gelir. Ama güven yoksa faiz artışı bile çaresizlik işareti gibi algılanır.
Rezerv artışı, kur stabilizasyonu veya kısa vadeli enflasyon düşüşü gibi başarılar, ve bu kısa vadeli kazanımlarla yapılan başarı açıklamaları, güven eksikliğini telafi etmekte yeterli olmaz. Vatandaş “bu kalıcı mı?” sorusuna ikna olmazsa, bir sonraki krizle birlikte bütün performans buharlaşır. 19 Mart tarihinde yaşadığımız bunun tipik bir örneğidir. Tasarruf sahipleri altına yöneliyorsa bu, aslında para politikasının “düşük güven–düşük performans” bölgesinde yer almaya başladığının açık bir göstergesidir. Vatandaş, parasını koruyamasa bile güvenini korumak için altını seçer.
Bu açıdan bakıldığında altın sadece bir yatırım aracı değil, bir kurumsal ikame işlevi görür. Vatandaş, sistemde eksik gördüğü güveni kendi bireysel tercihiyle telafi etmeye çalışır. Dolayısıyla altına yönelim, Merkez Bankası’nın iletişimindeki yetersizliğin de somut bir göstergesi olarak düşünülmelidir. Banka ne söylerse söylesin, tasarruf sahibi “ben veriye değil, kendi deneyimime ve yaşadıklarıma bakarım” demektedir.
Sonuç mu süreç mi? Minecraft’tan Merkez Bankası’na
Bu noktada ikinci kavrama, yani sonuç–süreç ikilemine bakmak ufkumuzu biraz daha açacaktır. Bu noktada oyun sektöründen ilginç bir örneği paylaşmak sanırım ne demek istediğimi daha iyi açıklayacaktır: Minecraft.
Oyunun ilk döneminde, “Notch” takma adıyla bilinen Markus Persson liderliğinde Mojang Stüdyoları tamamen süreç odaklı bir felsefeyle hareket etti. Oyuncuların yaratıcılığını sınırlamayan sandbox yapısı, topluluk katılımıyla büyüyen bir ekosistem yarattı. Ölçüt satış değil, sürecin kendisiydi. Sonuç sürecin başarı ile yürütülmesi nedeniyle oldukça etkileyici bir satış ile noktalandı.
2014’te Microsoft oyunu 2,5 milyar dolara satın aldı fakat paradigma değişti. Artık öncelik gelir, gelir artışı, güvenlik ve entegrasyondu. Kurumsal disiplin kısa vadeli başarı getirse de birçok oyuncu için “Minecraft ruhunun” kaybolduğu hissi doğdu. İyi bir Minecraft oyuncusu olan kızımdan aldığım geri bildirim gerçekten de bu ruhun kaybolduğunu teyit ediyor.
Merkez Bankası da benzer bir çıkmazda: Eğer sadece enflasyon rakamını düşürmeye odaklanırsa, güç olmakla birlikte belki kısa vadede sonuç alınabilir. Fakat bu sırada kur baskısı, yüksek faiz ve servet transferi gibi yan etkilerin toplum inancını zedelemesi kaçınılmaz olur. Uzun vadede bu yaklaşımın, Minecraft’ın ruhunu kaybetmesi gibi, ekonominin güvenini aşındırması işten bile olmayacaktır.
Enflasyonla mücadelenin gerçek anahtarı: Kültür haline gelen düşük enflasyon
Süreç odaklı bir yaklaşımda amaç, sadece enflasyonu düşürmek değil, düşük enflasyonu bir kültür haline getirmektir. Bu da şu adımları gerektirir:
-Kurumsal bağımsızlık: Para politikasının siyasi etkilerden bağımsız olması.
-Tutarlılık ve öngörülebilirlik: Merkez Bankası, Hazine ve politika yapıcılar arasında uyum.
-Güçlü iletişim: Toplumun beklentilerini yönetebilecek şeffaf ve güven verici bir dil.
-Katılım ve empati: İşçi, memur ve üreticinin yaşadığı sıkıntıları anlayıp sürece dahil etmek.
-Mali disiplin ve yapısal reformlar: Para politikasının yalnız bırakılmaması.
Böylesi bir süreç odaklı anlayış, kısa vadeli sonuçların ötesine geçer. Vatandaş kendini güvende hissettiğinde altına değil, kendi para birimine yönelir. Enflasyonla mücadele de ancak o zaman kalıcı olur.
Sonuç
Bugün Merkez Bankası’nın yetkinliği tartışma konusu değil. Ancak toplumun altına yönelmesi, sadece ekonomik değil, psikolojik olarak “Ben paramı değil, güvenimi koruyorum verilen mesajıdır”.
Eğer enflasyonla mücadelede başarı isteniyorsa, bu mesajı bir bahane değil, bir uyarı olarak görmek gerekir. Yüksek güven tesis edilmeden yüksek performans kalıcı olamaz. Asıl mesele, düşük enflasyonu toplumun güven duymadığı rakamlarla değil, kültürle ve süreçle inşa etmektir.