Bu bir medeniyet yangını
Geyve’de ormanlar alev alırken gökyüzünde dönen helikopterlerin kaç sorti yaptığı kadar, bu helikopterlerin artık hangi suya indiği de önemli. Çünkü bu kez yangın yalnızca ağaçları değil, su politikalarının yıllardır ertelenmiş sorularını ve doğaya verdiğimizi değeri de ortaya çıkardı. Ve belki de en önemlisi, kültürel reflekslerimizin ne kadar zayıfladığını.
Sakarya’nın Geyve ilçesinde çıkan orman yangınına beş uçak ve sekiz helikopterle havadan müdahale edildi. Havadan yapılan bu müdahalenin başarısı, büyük ölçüde suya erişimle doğrudan bağlantılı. Ama bölgenin en büyük iki kaynağı olan Sakarya Nehri ve Sapanca Gölü artık eskisi kadar erişilebilir değil. Peki bu durum, yalnızca iklim değişikliği ve çevre politikalarıyla açıklanabilir mi?
Medeniyet tarihimiz boyunca, bir nehrin kıyısını yalnızca konaklama yeri olarak görmedik. Ağaç kesilmeden önce izin istenir, hayvanların geçeceği yollar gözetilir, suya saygı göstermekle toprağa da saygı gösterilmiş olunurdu. Osmanlı’da bu anlayış kurumsallaştı. Yalnızca insanlar için değil; kuşlar, sokak hayvanları, arılar ve balıklar için de vakıflar kuruldu, suluklar inşa edildi, yemlikler bırakıldı. Medeniyet anlayışımız, sadece saraylar, külliyelerden ibaret değildi. Bir serçenin gölgesinde soluklanabileceği bir çınar ağacını da içine alan, bütünsel bir medeniyet tasavvuruydu. Bugün ise son olmayacak “son yangın” vasıtasıyla da görüyoruz ki bu anlayışa karşı kültürel bir çözülme yaşıyoruz.
Nehirler, göller ve rakamlar
Sakarya Nehri’nin debi kaybını ve Sapanca Gölü’nün çekilmesini ortaya koyan Geyve yangınını, bu kültürel çözülmenin sembolik bir yansıması olarak konumlayabiliriz. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2025–2050 yılları için hazırladığı havza projeksiyon raporlarına göre, nehir debisinde kalıcı ve belirgin düşüşler bekleniyor. Özellikle mansap kesiminde, yani alt akış bölgelerinde, “debisi çok düşük, derinliği az” olarak kayda geçiyor. Uzun yıllardır sürdürülen kontrolsüz tarımsal su kullanımı, derin kuyu sondajları, yeraltı su kaynaklarının plansız tüketimi bu sonucun temel nedenlerinden. Nehrin taşıyamadığı yük artık sadece coğrafi değil, önce kültürel sonra yönetsel.
Sapanca Gölü’ndeki düşüş ise daha da çarpıcı. 2023 Temmuz’da 32,26 metre olan göl seviyesi, 2025 Temmuz’da 30,20 metreye geriledi. İki yılda 2,06 metrelik bu düşüş yaklaşık 60 milyon metreküplük su kaybı anlamına geliyor. Bu miktar, bir ilin yıllık içme suyu ihtiyacına denk. Daha güncel bir veriyle: Haziran 2025 içinde yalnızca 22 gün içinde göl seviyesi 24 santimetre düştü. Aynı dönemde kıyılardan 15 ila 20 metreye varan çekilmeler gözlemlendi. Tüm bu rakamlar medeniyet anlayışımızdan ve kültürümüzden ne kadar uzaklaştığımızın da şimdilik afetlere bağlı son referansı.
Kültürel çözülme ve medeniyet kaybı
Bugün toplum olarak suya bakışımız hâlâ “varsa kullanılır” düzeyinde. Oysa artık “var mı, ne kadar süre daha var ve başka canlılara ne kadarını bırakıyoruz?” sorusunu sormamız gereken bir evredeyiz. Kurumlar içinse bu, yalnızca bütçe önceliklerinde, proje planlamalarında ve denetim mekanizmalarında yer verilmesi gereken rakamlardan ibaret.
Bu yüzden mesele yalnızca sürdürülebilirlik meselesi değil. Medeniyetimizin kültürel kodlarından kopuş meselesi… Bir zamanlar kuşu böceği de önemseyen medeniyet anlayışımızın kamusal anlamda terk edilmesi meselesi. Bugün su planlaması yapılırken hayvanların erişimi düşünülmüyor, yangın senaryoları yazılırken orman canlılarının korunması sistematik biçimde hesaba katılmıyor.
Her şey “insan ihtiyacı” ekseninde kurgulanıyor. Daha da vahimi ve mühimi, bu dengesizliğe karşı uzun süredir sergilediğimiz umursamazlık. Her yangın çıktığında insandan başka hiçbir canlının hakkını gözetmeyen planlarımız hazır. Ama kusurlu bir şekilde suya yazılmış. Üstelik eksik olan temel unsurlardan biri de suyun ta kendisi.