Büyümenin anatomisi: İnşaatın sırtladığı, tüketimin direndiği 2025
Türkiye ekonomisi, 2025 yılının üçüncü virajını %3,7’lik bir büyüme ile döndü. Rakamlar soğuktur ama hikayeleri sıcaktır. TÜİK’in açıkladığı son veriler, sadece geride bıraktığımız üç ayı değil, 2023’ten bu yana süregelen dönüşüm hikayemizi ve 2026’ya devredeceğimiz riskleri fısıldıyor.
Gelin filmi biraz geriye saralım. 2023 yılını %5,0’lık güçlü bir büyüme ile kapatmıştık. Ardından gelen 2024 yılı, bir dengeleme yılı oldu ve büyüme %3,3’e geriledi. Bugün elimizdeki tablo ise ekonominin vites küçültmek istemediğini, ancak motorun bazı parçalarının diğerlerinden daha fazla ısındığını gösteriyor. 2025’in ikinci çeyreğinde yakalanan %4,9’luk ivmenin ardından gelen bu %3,7’lik üçüncü çeyrek büyümesi, “kontrollü bir soğuma” mı yoksa “yeni bir dengelenme” mi sorusunu gündeme getiriyor.
Lokomotif değişti: Sanayiden inşaata dönüş
Raporun en çarpıcı tarafı sektörel ayrışmada gizli. Sanayi %6,5 büyüyerek toparlanma sinyali verse de , büyümenin asıl mimarı %13,9’luk devasa artışla inşaat sektörü olmuş durumda. Finans ve sigorta faaliyetlerinin de %10,8 ile bu sürece omuz verdiği görülüyor.
Ancak madalyonun diğer yüzü karanlık. Tarım sektörü %12,7 gibi endişe verici bir oranda küçülmüş. Bu, sadece GSYH hesaplarını değil, önümüzdeki dönemde gıda enflasyonu dinamiklerini de doğrudan tehdit eden bir yapısal soruna işaret ediyor. İnşaatla büyüyen ama tarımla küçülen bir ekonomi, uzun vadeli fiyat istikrarı için zorlu bir patikadır.
Tüketici hala sahada, ihracatçı kenarda
Harcama yöntemine baktığımızda, “iç talep soğuyor” tezlerinin tam olarak sahaya yansımadığını görüyoruz. Yerleşik hanehalklarının tüketimi %4,8 artmış. Vatandaş, enflasyonist baskılara rağmen tüketim alışkanlıklarını korumaya çalışıyor. Daha da önemlisi, gayrisafi sabit sermaye oluşumu, yani yatırımlar %11,7 artışla büyümenin kalitesi adına umut veriyor. İş dünyası geleceğe yatırım yapmaktan vazgeçmemiş.
Ancak makroekonomik tutarlılık açısından “yumuşak karın” dış ticarette. Mal ve hizmet ihracatı %0,7 azalırken, ithalatın %4,3 artması, cari denge üzerindeki baskının sürdüğünü gösteriyor. Küresel pazarlardaki durgunluk ihracatçıyı frenlerken, iç talebin canlılığı ithalatı körüklüyor. Bu makasın açılması, 2026 projeksiyonları için en büyük risk unsurlarından biri.
Gelir dağılımında “statüko” korunuyor
Büyümenin toplumsal tabana yayılımı ise ne yazık ki yerinde sayıyor. İşgücü ödemelerinin Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı geçen yıl olduğu gibi %35,0 seviyesinde sabit kalmış. Sermaye kesiminin (net işletme artığı) payı ise %46,0’dan %46,7’ye yükselmiş. Emekçinin pastadan aldığı payın artmaması, hanehalkı tüketiminin (borçlanma haricinde) sürdürülebilirliği konusunda soru işaretleri yaratıyor.
2026 projeksiyonu: Denge arayışı
Peki, bu tablo bizi 2026’da nereye götürür?
Mevsim etkilerinden arındırılmış çeyreklik büyümenin %1,1 olması, ekonominin kendi dinamikleriyle yavaş da olsa büyümeye devam ettiğini gösteriyor. 2025 yılını muhtemelen %3,5 - %4 bandında tamamlayacağız.
2026 yılı için ise şu üç senaryo masada:
1-Tarımda acil eylem: %12,7’lik küçülme tersine çevrilmezse, gıda fiyatları genel enflasyonla mücadeleyi sekteye uğratacak ve büyümenin getirdiği refahı eritecektir.
2-İhracat odaklı dönüşüm: İç tüketimle (%4,8) büyüme modeli sınırlara dayandı. İhracatın eksi bölgeden çıkıp, büyümeye pozitif katkı vermesi şart. Aksi halde kur üzerindeki baskı artacaktır.
3-Yatırımların meyvesi: %11,7 artan yatırımların üretime dönüşmesi, 2026’da sanayi üretimini destekleyerek daha sağlıklı bir büyüme kompozisyonu yaratabilir.
Sonuç olarak; Türkiye ekonomisi 2025’in son çeyreğine girerken direncini koruyor. Ancak inşaata dayalı büyüme modelinin sınırları ve tarımdaki kan kaybı, 2026’nın ana gündem maddeleri olmaya aday. Büyümek güzeldir, ancak “ne pahasına” ve “nasıl” büyüdüğümüz, gelecekteki refahımızın asıl belirleyicisidir.