Çevreden merkeze Çin’in yükselişi

Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA
Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA DIŞ POLİTİKANALİZ ragipkutay.karaca@dunya.com

Trump iktidara geldiğinden beri her plat­formda “ekonomi savaşları” tartışılıyor. ABD’nin gümrük vergilerini artırma resti dün­yanın birçok ülkesinde sıkıntı yaratırken Çin, AB ve Kanada gibi büyük ekonomiler reste rest politikasını işletmeye çalışıyorlar.

Trump işe hızlı başlamıştı. Ukrayna-Rusya krizini 24 sa­atte çözeceği söylemi üç aydır bir sonuç orta­ya çıkarmadı. Elde ettiği önemli tek şey Ukray­na’nın değerli elementlerine ortak olmak. Bu girişim beni Immanuel Wallerstein’ın “Dünya sistemi teorisi”ne götürdü.

Dünya sistemi teorisi

Dünya sistemi teorisi sosyal bilimler için önemli bir bakış açısıdır. Teorinin fikir baba­sı Immanuel Maurice Wallerstein, önemli bir sosyolog ve iktisat politikaları tarihçisiydi. Marx’tan fazlasıyla esinlenmişti.

Wallerstein teoriyle küresel ekonomik sis­temi, merkez, çevre ve yarı-çevre olmak üze­re böler. Merkezi dünyanın kaynaklarının bü­yük bir kısmını kontrol eden, küresel ekonomi­ye hâkim sanayileşmiş ülkeler oluşturur.

Çevre, merkeze bağımlı, genellikle hammadde ile ucuz iş gücü sağlayan daha fakir ve az sanayileşmiş ülkelerden oluşur. Yarı-çevre ise merkez kadar zengin, çevre kadar fakir olmayan ülkeleri içe­rir. Merkez ile çevre arasındadır. Teori, küresel ekonominin bölgeler arasındaki etkileşimden ve sisteme nasıl entegre olduklarıyla şekillen­diğini savunur. Teori ayrıca küresel ekonomiyi eşitsiz görür ve merkezin çevre ve yarı çevre ül­kelerinden faydalandığı bir sömürü sistem ol­duğunu ileri sürer.

Teoriye yönelik birçok eleş­tiri yapılmıştır. Bunlar içinde en önemsediğim Marksistler tarafından yapılanıdır. Onlara göre Wallerstein’in modern dünya sistemini üretim ilişkileri ve üretim tarzı aracılığıyla değil, ülke­lerin ve bölgelerin piyasa ağıyla bütünleşmesi zemininde tanımlaması yanlıştır.

Çevreden merkeze yolculuk

Bugün geldiğimiz nokta küresel sistem içe­risinde ekonomik bağımlılıkların yarattığı dü­zenin bozulup, bozulmayacağıdır. Dolayısıyla piyasa ağı, üretim ilişkileri ve üretim tarzının önüne geçmiş durumda. Trump’ın üretimi ül­kesine taşıma isteği de bu ağ içerisinde nere­deyse imkânsız. İşin içerisine işçilik ücretleri, halkın işe yaklaşımı, hammadde, üretilen malın iç piyasada ve yakın çevrede pazarlanması gibi etkenler girdi.

Çin, değişim açısından önemli bir örnektir. Çin, teorinin tanımlamasıyla, çevre ülkeden ya­rı-çevreye ve oradan merkez ülke konumuna uzanan bir süreç yaşadı. 19. Yüzyılda dünyaya açılmaya mecbur bırakılan Çin, kendi deyimle­riyle “utanç yüzyılı” olarak adlandırdığı dönem­de dönemin merkez ülkelerinin sömürüsüne uğradı.

Çay, ipek ve doğal kaynaklarının karşılı­ğında afyon! İle ödüllendirildi. Çin’in ekonomik sistemde konumlandırılması Deng Şioping’in Komünist Parti’nin başına gelmesiyle değişti. Deng’in izlediği politika kapital sistemin gerek­lerini karşılar durumdaydı. Ona göre kedinin siyah ya da beyaz olmasının önemi yoktu, mese­le farenin yakalanmasıydı. Yani sistemin kapi­talist ya da sosyalist olmasının bir önemi yoktu, mesele halkın refahının yükseltilmesiydi.

Bunu yaparken bu sefer zorla değil kendi devlet plan­lamasıyla dünyaya açılım sağladı. Ülke yaban­cı yatırımın ve dünya üretiminin merkezi oldu. Böylece kendine çok kısa sürede yakın-çevrede yer buldu. Çin bugün ekonomik anlamda dün­yanın ikinci büyük ekonomisi. Gayri Safi Milli Hasılası (GSMH) 19 trilyon dolar. Dünya GSM­H’sının %20’ye yakınını karşılıyor. 1990 yılında 394,5 milyar dolar GSMH ile 12. sıradaydı. Bu­gün 13 bin dolara yaklaşmış bir Kişi Başı GS­MH’ya sahip. 1990 yılında bu rakam yalnızca 318 dolardı. Çin’in toplam ticareti 1990 yılında yalnızca 87.6 milyar dolarken, 2024 yılında 5,6 trilyon dolar oldu.

Çin’in ekonomi politikaları dış politikasının bir parçası haline geldi. Afrika’da üretim alan­ları satın almak ve böylece kaynağa yerinde sa­hip olmak, Kuşak ve Yol Projesiyle Çin dışın­da yapılan yatırımlarla ülkeler üzerinde borç diplomasisi yaratmak, bu yatırımlarla Çin içe­risindeki işsizlik sorununu taşıdığı Çinli işçi­lerle o ülkenin parasıyla çözmek, borç tuza­ğındaki ülkelerdeki yatırımları koruma amaç­lı askeri üsler kurmak, limanları kiralamak, ihracat-ithalat dengesizliğiyle ülkeleri ken­di mallarına mecbur hale getirmek ve bunları yaparken karşı ülkelerdeki siyasi yapılanma­nın şekline hiç önem vermemek Çin’in izlediği politikaların temelini oluşturuyor. Çin, bugün, Wallerstein’ın merkez ülke tanımlaması içe­risinde yer alıyor. Küresel ekonomiye hâkim sanayileşmiş ülkelerin başında geliyor. Yaptı­ğı her projeyi “beraber kazanalım” sloganıyla yapar görünse de günümüz sömürü sisteminin bir parçası durumunda.

Görünen o ki ABD’nin derdi kendisinden da­ha fazla sömürenin ortaya çıkmasıyla ilgili…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta Koridor’un önemi 19 Nisan 2025
Diplomasi felaketi 05 Mart 2025