Deprem şehirlerine Orta Avrupa deneyimleri

Suat TAŞPINAR
Suat TAŞPINAR AVRUPA'NIN DOĞUSU suat.taspinar@dunya.com

Yıllar önce, Moskova’yı ’su yolu’ yapan Türk heyetlerinden birinin, cafcaflı bir restoranda verdiği davetteydim. Farklı taşra belediyelerinden temsilciler, “görgü ve bilgilerini arttırmak üzere” birkaç günlüğüne Moskova’ya gelmişti. Rusya başkentinin en şaşaalı günlerindeydik. Bilgi-görgü bir yana, eğlenmek için belki dünyanın en ideal şehirlerinden biriydi Moskova.

Saf bir gazeteci olarak birine sordum: “Sizin ölçeğinizde belediyeler için Moskova yerine daha küçük Avrupa şehirlerini görmek, oralarda şehir mimarisini incelemek daha yararlı olmaz mıydı?” Sohbet arkadaşım havyarlı ekmeğinden kocaman bir ısırık alıp güldü: “Küçük şehirler sıkıcı oluyor; kendi memleketimden biliyorum!” Çok eskiden, belediyecilik üzerine bir yazıda kısmen anlattığım bu anıyı, üst üste gelen iki olay tekrar hatırlattı.

Zagreb’in tam göbeğindeki, bir nebze Taksim Gezi ile kıyaslanabilecek Zrinjevac Parkı’nda (Zrinyevats diye okunur), asırlık çınar ağaçlarının çevrelediği küçük meydanda yürüyordum. Yabancı heyet olduğu anlaşılan Güneydoğu Asyalı bir grup, rehberlerinin etrafında kulak kabartmış, dikkatle dinliyordu.

Kravatlı, ağırbaşlı, orta yaş üstü hallerinden ‘Instagramcı turist’ olmadıkları zaten anlaşılıyordu. Isıtan mart güneşini fırsat bilip yakındaki banka oturdum, kulak misafiri oldum. Zagreb’in şehir mimarisinden, parkın ve bağlı meydanların 1890’larda şehrin kalbi olarak planlandığından bahsediliyordu.

1794’te Güney Avrupa’nın ilk büyük şehir parkı olan Maksimir’in de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu devrinde yine Zagreb’de yapıldığı anlatılıyordu. Ayrıca, bu parkın Zagreb’de deprem anında merkezde yaşayanların en geniş toplanma alanlarından biri olduğu da hatırlatılıyordu.

Sorunca öğrendim ki, farklı Asya Pasifik ükelerinden belediyeci, şehir planlamacısı heyeti, “Elin oğlu bu işi nasıl yapmış?” diye görmeye, Doğu Avrupa’nın 1 milyonu bulmayan nüfusuyla hayli mütevazı bir başkentine de yolunu düşürmüştü. Eve döndüğümde ‘memleket haberleri’ne göz atarken Malatya’da, deprem sonrası şehri yeniden imar etme çabaları etrafındaki tartışmalara dair bir haber ilişti gözüme.

Merkezde yıkılan simge eserlerden Söğütlü Cami’yi yeniden inşa etme planı tartışmalara neden olmuştu. Kimileri burada şehre nefes aldıracak bir meydan, park yapılmasını istiyor, caminin başka bir yerde inşasını öneriyordu. İddiaya göre, kimileri rant derdiyle eski arsasına iş merkezi yapıp, camiyi de ‘araya bir yere’ sıkıştırmak için kulis pişiriyordu.

Ortalık yine toz duman olmuştu. Zagreb’i ve Malatya’yı kıyasladım ve “Keşke bu işe karar verecek olanlar önce gelip Asya heyeti gibi buralarda birkaç gün geçirselerdi, parkla iç içe geçmiş küçük şehir örneğini inceleselerdi, en mütevazı şartlarda bile yaşanılabilir şehir merkezi nasıl yapılır görselerdi” diye geçirdim.

Geçenlerde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, depremden etkilenen bölgelerde, afet konutları ve köy evlerinin yanısıra; şehirlerin silüetini güzelleştirecek, ticari hayatı canlandıracak, şehirleri eski güzelliğine kavuşturacak meydanları da inşa etmeye devam edeceklerini söylemişti. Ne güzel! Dileriz bunu Malatya’da Söğütlü Cami’nin akibeti üzerine kafa yoranlar da biliyordur.

2021’de kaybettiğimiz mimar ve mimarlık tarihinin simge isimlerinden Doğan Kuban, eski Türk kentlerinde, genellikle Avrupai tarzda meydan bulunmadığını söylerken, “Bizde bu meydanların işlevini camiler ve cami avluları yerine getirir. Toplumsal yaşantının merkezi zaten cami olduğu için ayrıca kent meydanın gelişmesini teşvik edecek bir toplumsal istek oluşmamıştır” demişti.

Hal böyle ise, arsalarına rant kaynağı binalar dikip camileri bir köşesine hapsetmek değil, hiç değilse camilerin arsalarını genişletip ferahlatarak şehir meydanlarının uzantısı yapmak gerekmiyor mu? “Her şerde bir hayır olduğu” iman edilen bir memlekette, depremin yerle yeksan ettiği, binlerce cana mezar olan şehirlerden, daha yaşanılır, daha güzel şehirler çıkarmanın elbette imkanı var.

Yeter ki vicdan; cüzdan ile yaşanan ikilemde mağlup olmasın. Yeni şehirlerin kaderini çizecekler, “Elin oğlu nasıl yapmış?” diye doğru adreslere bakarak, daha kolay ilerleyebilir. Yoksa cami avlusuna rezidans dikmekte hayır yok…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar