Enerji güvenliğinin yükselişi ve güncel gelişmeler

Rusya-Ukrayna savaşının 2022 Şubat ayında patlak vermesiyle birlikte, enerji güvenliği kü­resel çapta birincil stratejik unsur olarak algılan­mıştır. Özellikle savaşın ilk dönemlerinde gözlem­lenen petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki artış, petrol ithalatçısı ülkelerin enerji maliyetlerini ve genel enflasyonunu önemli ölçüde körüklemiştir. Bu dö­nemde enerji güvenliği, küresel gündemin üst sıra­larına yerleşmiştir.

Aradan geçen sadece üç yıla rağmen, son İran-İs­rail çatışmaları bağlamında Hürmüz Boğazı'nın ka­panması senaryosu, petrol fiyatlarının potansiyel yükselişini ve bunun dünya ekonomileri üzerindeki makroekonomik etkilerini tekrar gündeme getire­rek enerji güvenliği sorununu yeniden hatırlatmış­tır. Bir çatışma neticesinde dahi ikmal yollarında veya arz tarafında yaşanabilecek olası bir aksaklık ihtimalinin, petrol fiyatlarını hızla 10-15 dolar ar­tırabilecek güçte olduğu gözlemlenmektedir.

Ma­yıs 2025 başında 61 dolar seviyelerinde olan pet­rol fiyatlarının bugün itibarıyla 76 dolar seviyeleri­ne ulaşması, bu endişeleri destekler niteliktedir. JP Morgan başta olmak üzere uluslararası kuruluşların tahminleri, Hürmüz Boğazı'ndaki geçici bir kapan­ma durumunda söz konusu fiyatların 120-130 dolar seviyelerine yükselebileceği yönündedir.

Tarihten notlar

Geçmiş petrol şoklarının dünya ekonomisi açısın­dan yıkıcı sonuçlar doğurduğu tarihsel verilerle sa­bittir. 1973 yılında yaşanan Birinci Petrol Şoku, bir­çok gelişmiş ülkede yüksek enflasyon (fiyat artışları) ile ekonomik durgunluk (resesyon) ve yüksek işsizli­ğe yol açarak "stagflasyon" olgusunu ekonomi litera­türüne kazandırmıştır.

Stagflasyon, o döneme kadar enflasyon ile işsizliğin ters orantılı olduğu yönün­deki geleneksel iktisat teorilerini sarsan bir durum­du. 1978-79 yıllarındaki İkinci Petrol Şoku, özellikle Batılı ülkelerde enflasyonu yeniden hızlandırmış ve artan maliyetler ile yüksek enflasyon, dünya ekono­misini 1980'lerin başında yeni bir durgunluğa sürük­lemiştir.

1990-91 Körfez Savaşı sırasındaki Üçüncü Şok ve 2000'li yılların başından itibaren kademe­li olarak yükselerek 2008'de varil başına 147 dolar seviyelerine ulaşan petrol fiyatlarıyla yaşanan Dör­düncü Şokun sonuçları da benzer makroekonomik etkiler yaratmıştır. Bu şoklar, küresel ölçekte enflas­yonist baskıyı artırırken, Türkiye gibi net petrol itha­latçısı ülkelerin cari açıklarını büyüterek dış finans­man yükünü ağırlaştıran bir tablo ortaya koymuştur.

Türkiye ekonomisi üzerindeki makroekonomik etkiler

Geçmiş örnekler incelendiğinde, petrol fiyat­larındaki hızlı artışların dünya ekonomisi için bir "şok" niteliği taşıdığı ve enflasyon, ekonomik büyü­mede yavaşlama, cari açıkta kötüleşme ve istihdam­da gerileme gibi bir dizi olumsuz makroekonomik etkiyi tetikleyebildiği görülmektedir. Net petrol it­halatçısı bir ülke olan Türkiye'nin, petrol fiyatların­daki hızlı artışlardan küresel ekonomilere kıyasla daha yoğun ve olumsuz etkilenmesi oldukça olasıdır.

Enflasyonist baskı

Petrol fiyatlarındaki artışın Türkiye ekonomisi üzerindeki en belirgin etkisi, doğrudan enflasyonist baskıdır. Türkiye'de yapılan bazı çalışmalar, petrol fiyatlarındaki %1'lik bir artışın enflasyonu %0.35 ila %0.52 oranında artırdığını göstermektedir.

Cari açık ve Türk lirası üzerindeki baskı

Türkiye'nin enerji ihtiyacının büyük bir kısmını ithalatla karşılaması nedeniyle, petrol fiyatlarında­ki artışlar cari açığı artırarak Türk lirası üzerinde değer kaybı baskısı yaratmaktadır. Türk lirasının de­ğer kaybetmesi ise ithalatı daha pahalı hale getirerek enflasyonist baskıyı daha da güçlendirmekte ve ül­kenin dış borç yükünü artırmaktadır.

Ekonomik büyüme ve istihdam üzerindeki etkiler

Yüksek petrol fiyatları, hem hanehalkı tüketim harcamalarını hem de firmaların yatırım ve üretim kapasitelerini olumsuz etkileyerek ekonomik bü­yümenin yavaşlamasına neden olabilmektedir. Bazı araştırmalar, petrol fiyatlarındaki %10'luk bir artı­şın, bir yıl gecikmeyle milli gelir büyüme hızını %0.7 ila %1 oranında azaltabileceğini belirtmektedir. Ma­liyetleri artan ve toplam talebi düşen firmalar, yeni istihdam yaratımını kısıtlayabilir veya mevcut istih­damı azaltma yoluna gidebilir. Özellikle imalat sana­yi gibi petrol ve enerji bağımlılığı yüksek sektörlerde istihdam kayıpları yaşanması muhtemeldir.

Kamu maliyesi üzerindeki etkiler

Artan enflasyon, faiz oranlarının yükselmesine yol açabilir; bu da kamu borçlanma maliyetlerini artırarak bütçe üzerindeki yükü daha da ağırlaştı­rabilir.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi her ne kadar geçmiş krizlere ve şoklara karşı dirençli olarak ni­telendirilse de, ülke dışı dinamiklere bağlı ve kont­rol edilmesi imkânsız bir dış şok büyüklüğüne bağ­lı olarak ekonomide önemli makroekonomik prob­lemlere yol açabilir. Bu durum, hem ekonomik karar vericiler hem de hane halkı üzerinde moral ve moti­vasyonu olumsuz etkileyen bir süreci tetikleyebilir. Kısa vadede ulaşılabilir bir hedef olmasa da, orta-u­zun vadede Türkiye'nin enerji bağımlılığını azalta­cak politikalar ve enerji verimliliğini artırıcı adım­lar, potansiyel petrol şoklarına karşı ekonominin di­rencini artırmak adına kritik öneme sahiptir.

Yazara Ait Diğer Yazılar