Enflasyon görünümü ve para politikası

Ağustos ve Eylül ayı enflasyon verileri bilindiği üzere hayal kırıklığı yarattı. Özellikle Eylül ayı enflasyonunun beklentilerden yüksek açıklanması piyasalarda moralleri bozdu.

Bu veriler aynı zamanda enflasyonda genel görünüme ilişkin bizlere önemli ipuçları da verdi. Şöyle ki; kur istikrarına ve yüksek reel faize dayalı kazanımlar büyük ölçüde sağlandı. Enflasyon oranının %75’ten %33’lere düşmesinde bu etkiyi gördük. Bu kazanım, pozitif reel faiz politikası daha erken uygulansaydı belki daha hızlı olacaktı, fakat bu fırsat kaçtı.

Elimizdeki veriler ve Ekim ayına ilişkin öncü göstergeler, enflasyonda katılık konusunda ciddi riskler olduğunu ortaya koydu. Bu köşede daha önce kaleme aldığımız yazılarımızda da bu yöndeki riskleri dile getirmiştik. Konut piyasasındaki fiyat oluşumlarının yarattığı risklerin ve gıda sektöründeki fiyatlamaya dair sorunların tekrar önümüze geleceğini daha önce okuyucularımızla paylaşmıştık. Geldiğimiz noktada kira ve gıda sektöründeki fiyat artışları gibi konuları tekrar konuşmaya başladık. Fakat bu sorunlar para politikası tarafından çözülebilecek sorunlar değil.

Yapısal sorunlara çözüm var mı?

Hafta içinde açıklanan toplu konut projesi atılımını önemli buluyoruz. Türkiye’nin bu aşamada lüks konut ihtiyacı olmadığını, makul standartlarda, ulaşılabilir konut üretiminin önemli olduğunu düşünüyoruz. Finansman koşullarının kolaylaştırılması açısından da sürecin desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu aşamada konut sektörünün en önemli girdisi olan arazi maliyetleri de önemli hale geliyor. İstatistikler, İstanbul’da 2019–2025 yılları arasında 100 metrekarelik konut fiyatının on kat arttığını gösteriyor. Fakat imarlı arazi fiyatlarındaki artış istatistiklere göre 25 kat olmuş. Bu durum, konut maliyetlerini artırırken ulaşılabilirliği engelliyor. Bizce çözüm süreci çok boyutlu bir yaklaşım gerektiriyor.

Gıda sektöründeki sorunları ve çözüm yollarını burada artık dile getirmek istemiyoruz. Bu konuda çok sayıda çalışmanın yapıldığını biliyoruz.

Bu gelişmeler para politikası açısından ne anlama geliyor?

Enflasyonla mücadelede temelde iki araç mevcut: kur politikası ve pozitif reel faiz politikası. TL’de reel değerlenme politikası, ithal girdi maliyetlerindeki artışı sınırlarken ithal mamul mal fiyatlarındaki artışları da sınırladı. Enflasyonun %75’lerden %30’lara düşmesinde en fazla katkısı olan aracın bu olduğunu düşünüyoruz. Nitekim 2023 Haziran ayı öncesinde istikrarlı seyreden dolar kuru neticesinde enflasyon %38’lere kadar düşmüştü. Şüphesiz pozitif reel faiz de enflasyonun düşüşüne destek oluyor. Fakat geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz ki para politikasının etkilerinin sınırları var.

Yine geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz ki bu sınırlara yaklaştıkça para politikasının üzerinde gereksiz tartışmalar olmaya başlıyor. Bu tartışmaların şimdiden önüne geçilmesi için ek politika tedbirlerine ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Bir başka deyişle, enflasyonda bir kez daha aşağı yönlü kırılma sağlayacak ek adımların atılması gerekiyor.

Dezenflasyon sürecinde maliye politikasının destek vermediği için çok eleştirildi. Son dönemde bu alanda gözlenen iyileşmeler bu adımların başlangıcı olabilir. Fakat özellikle yapısal sorunlarla ilgili adımlar önemli olacak. Bu adımların reel etkileri hemen görülmeyebilir. Fakat beklenti kanalı üzerinden yaratacağı etki, para politikasına destek verecektir.

Yapılmazsa ne olur?

Para politikasını destekleyici adımların gecikmesi durumunda, para politikasının olması gerekenden uzun süre sıkı kalması riski mevcut. Bu durumun yarattığı etkilerle ilgili 2000’li yıllardaki Brezilya örneği incelenebilir. Uzun süren sıkı para politikasının özellikle sanayi üzerinde yaratacağı tahribatı dile getirmeye gerek bile yok.

ABD’nin bile tekrar sanayileşmeye önem verdiği bir dönemde, biz tersini yapmamalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar