Enflasyonla mücadelede yol ayrımı: Sıkı para politikası mı, yapısal reformlar mı?

Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye ekono­misinin en önemli sorunu nedir? Sorunun cevabı konusunda muhtemelen büyük çoğun­luk hem fikir. Enflasyon Türk ekonomisinin en büyük ve kronik hastalığı olarak ön planda çıkmış durumda. 1965’den 2005 yılına kadar ortalama tüketici enflasyonu %35’in üzerinde. 2025 yılının ortasına gelinirken, tablo maale­sef yine çok fazla değişmiş değil.

Türkiye eko­nomisinin karşı karşıya olduğu en kritik mese­lelerden biri hâlâ güncelliğini koruyor: “Enf­lasyonla mücadelede sıkı para politikası yeterli mi, yoksa artık yapısal reformlara mı geçilme­li?”. Bu soru, sadece fiyat istikrarını değil, aynı zamanda büyüme, istihdam ve toplumsal refahı da doğrudan etkiliyor. TCMB’nin yılsonu enf­lasyon beklentisini değiştirmemesinin ardın­dan orta vadede tek haneli enflasyon hedefine nasıl ulaşılacağı yeninden gündemde.

Faiz silahının sınırları ve etkileri

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TC­MB), Haziran 2023’ten bu yana sürdürdüğü sı­kı para politikası çerçevesinde politika faizi­ni %50’ye kadar yükseltmiş, ardından %42,5’e kadar indirdiği oranı nisan ayında tekrar %46 seviyesine çekmiştir.

Ancak son açıklanan enf­lasyon verileri, bu politikanın tek başına enf­lasyonu kalıcı biçimde kontrol altına alma­ya yetmeyeceğini ortaya koymaktadır. Nisan 2025 itibarıyla yıllık TÜFE %37,86, Yİ-ÜFE ise %22,96 seviyesindedir. Aylık artış oranla­rı ise sırasıyla %3,00 ve %2,76 olarak gerçek­leşmiştir. Bu göstergeler, maliyet yönlü baskı­ların ve fiyatlama davranışlarının henüz kırıl­madığını işaret etmektedir. Sıkı para politikası talebi baskılayarak kısa vadede fiyat artışlarını yavaşlatabilir; ancak Türkiye’de enflasyonun temelinde yatan sorunlar yapısaldır.

Tarımda arz yetersizliği, enerji ithalatına bağımlılık, ve­rimsiz vergi sistemi ve kayıt dışı ekonomi gibi faktörler, fiyat istikrarını kalıcı biçimde teh­dit etmektedir. TCMB’nin son enflasyon rapo­runda da vurgulandığı gibi, para politikasının etkinliğini artıracak yapısal reformlara ve ma­liye politikası ile koordinasyona ihtiyaç duyul­maktadır. Örneğin; sanayi üretiminde yaşanan yavaşlama, yatırım ortamındaki belirsizlikler ve üretim maliyetlerinde görülen artışlar, sade­ce faiz politikasıyla çözülemeyecek derinlikte problemlerdir.

Tüketici güveni ve talep dinamikleri

Tüketici güven endeksi, Nisan 2025 itiba­rıyla 83,9 seviyesinde ölçülmüştür. Bu sevi­ye, halkın ekonomik beklentilerinde temkinli bir iyimserliğe işaret etmekle birlikte, tüketim eğilimlerinde zayıflamanın sürdüğünü göster­mektedir. Sanayi üretiminde ise ilk çeyrekte sınırlı toparlanma gözlense de Satın Alma Yö­neticileri Endeksi hâlâ 50’nin altında seyret­mektedir. Bu durum, imalat sektöründe daral­manın sürdüğünü ve büyüme üzerinde baskı­nın devam ettiğini ortaya koymaktadır.

Mevcut politika seti, talebi baskılamak suretiyle enf­lasyonu sınırlamaya çalışmaktadır. Ancak bu yaklaşım, ekonomik büyümenin zayıflaması, istihdam artışının yavaşlaması ve gelir dağı­lımında bozulma gibi önemli sosyal maliyet­ler üretmektedir. Bu nedenle yapısal reform­lar, artık bir tercih değil zorunluluktur. Tarım­da planlı üretimden yargı bağımsızlığına, kamu harcamalarında verimlilikten sanayi destekle­rine kadar uzanan geniş bir reform alanı, Tür­kiye’nin enflasyonla mücadelesinde sürdürü­lebilirliği sağlayacak tek çıkış yolu olarak öne çıkmaktadır.

Önümüzdeki döneme ilişkin beklentiler, bü­yük ölçüde hem küresel ekonomik görünümde­ki iyileşme eğilimine hem de Türkiye’nin içeri­de atacağı reform adımlarına bağlıdır. 2025’in ikinci yarısında enerji ve gıda fiyatlarında kü­resel ölçekte yaşanabilecek istikrar, Türki­ye için enflasyonist baskıların sınırlanmasına katkı sunabilir.

Ancak içeride, iç talebin kont­rol altında tutulması, beklentilerin çıpalanma­sı ve güven artırıcı yapısal reformlara kararlı­lıkla devam edilmesi, enflasyonla mücadele­de belirleyici olacaktır. Aksi takdirde, sıkı para politikası ile kısıtlanan büyümenin, sosyal re­fah üzerindeki maliyeti artabilir ve fiyat istik­rarı kalıcı biçimde sağlanamayabilir. Türkiye ekonomisinin kronik hastalığından kurtulması mümkün olmayabilir. Bu nedenle, 2025’in ikin­ci yarısı, halihazırda seçeneklerinde azalmış olması nedeniyle, Türkiye ekonomisinin kırıl­ganlıktan dengeye mi yoksa durgunluğa mı yö­neleceğinin netleşeceği bir dönem olmaya aday gözüküyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar