Epistemolojik kopuştan enflasyonun sarmalına: Rekabet, kurumlar ve kalıcı çözümler üzerine
Eskiyi yıkmadan yeniyi inşa edemezsiniz; ama yıkımın yaratıcı olabilmesi kapsayıcı kurumların varlığına bağlıdır ve bir milletin gerçek gücü, kurumlarının adalet ve kapsayıcılıkta gösterdiği cesaretten gelir.
22 Eylül 2022’de dönemin eski Hazine ve Maliye Bakanı'nın yaptığı konuşma, Türkiye’de ekonomi gündeminin unutulmaz anlarından biri oldu. Bakanın konuşmasında kullandığı kavramlar ve terimler, kamuoyunda mizahi bir dille sıkça ele alındı. O dönem sık sık sosyal medyada alıntılanan bu ifadeler, aslında derin yapısal sorunlara dair önemli ipuçları da içeriyordu.
Bakan, “Neo-klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım” sözleriyle, klasik iktisat anlayışından uzaklaşıldığını ve davranışsal ekonomi ile nöroekonomi gibi yeni yaklaşımların benimsendiğini ifade etti. Üstelik bu kopuşun yalnızca teoride kalmadığını, uygulamaya da geçirildiğini vurguladı. Konuşmasında Joseph Schumpeter’in “yaratıcı yıkım” kavramına da atıf yaparak, teknolojik ve toplumsal değişimlerin ekonomide dönüşümü zorunlu kıldığını belirtti.
Bu söylemler elbette yüksek oranda doğruluk içeriyordu. Ancak konuşmayı dinlerken, Bakanın bu kavramları gerçekten içselleştirerek mi dile getirdiği, yoksa hazırlanan metni okumak zorunda mı kaldığı sorusu akıllara geliyordu. Beden dili ve ifade tarzı, samimi bir entelektüel sahiplenişten uzak bir izlenim veriyordu. Dahası, böylesine köklü bir paradigma değişimini mümkün kılacak kurumsal yapıların niteliğine dair tek bir cümle dahi kurulmamıştı.
Oysa epistemolojik bir kopuş, yalnızca ekonomik teorilerde ya da politika belgelerinde değil; devleti oluşturan kurumların niteliğine göre hayata geçirilebilir. Burada temel ayrım, kurumların kapsayıcı mı yoksa sömürücü mü olduğudur. Kapsayıcı kurumların varlığı, yeni paradigmaların toplumsal tabana yayılmasını, yenilikçi politikaların benimsenmesini ve ekonomik dönüşümün kalıcı hale gelmesini sağlar. Sömürücü kurumlar ise kopuşun ruhunu boşa çıkarır; dönüşümü yüzeysel bir makyajdan öteye taşıyamaz.
Sömürücü kurumların hakim olduğu bir ortamda, yaratıcı yıkımın gerektirdiği rekabet ortamı ve eğitimde fırsat eşitliği sağlanamaz. Böyle bir yapı, ne teknolojik ne de ekonomik anlamda gerçek bir dönüşüme zemin sunar. Yaratıcılıktan ve verimlilik artışından bahsetmek mümkün olmaz. Bu da kaçınılmaz olarak üretkenliğin düşük kalmasına ve kronik enflasyon baskısının sürmesine yol açar.
Enflasyonun elbette parasal bir olgu olduğu gerçeği tartışılmaz. Ancak enflasyonun sadece parasal büyüklüklerle değil, beklentiler ve güven unsurlarıyla da şekillendiği unutulmamalıdır. Davranışsal ekonomi ve nöroekonomi burada devreye girer. Enflasyon beklentilerini ve fiyatlama davranışlarını şekillendiren bu unsurlar, etkin piyasa koşulları ile birlikte kalıcı fiyat istikrarı için hayati önemdedir. Türkiye’nin sanayi üretimi ve perakende endeksi verileri, 2022’den bu yana arzın talebe yeterince yanıt veremediğini göstermektedir.
Girdi maliyetlerinin önemli bir bölümünü oluşturan döviz kurlarındaki oynaklık, kur riskinin yönetimini şirketler için yaşamsal hale getirmektedir. Yüksek TL faiz oranları, şirketlerin döviz cinsi borçlanmaya yönelmesine yol açmıştır. Bugün Türkiye’de bankacılık sektörü dışındaki kurumların yaklaşık 154 milyar dolarlık döviz kısa pozisyonu bulunmaktadır. Böyle bir tabloda kur riskinin yönetimi, Merkez Bankası’nın müdahaleleri ve döviz rezervlerinin yeterliliğiyle sınırlı kalmaktadır.
Ancak bu yapı ne kadar güvenilirdir? Siyasi ve jeopolitik risklerin yüksek seyrettiği bir ortamda uzun vadeli örtük oynaklıkların da yüksek kalması şaşırtıcı değildir. Bu da fiyatlara yansıtılan risk primlerinin artmasına ve fiyatlama davranışlarındaki bozulmaya neden olmaktadır. Sonuçta, yalnızca para politikası ve yüksek faiz oranları ile kur kontrolü sağlanarak fiyat istikrarının kalıcı olarak sağlanması mümkün değildir. Çözüm; kapsayıcı kurumların hakim olduğu bir devlet yapısıyla tüm politika setini eşgüdüm içinde harekete geçirmekte, rekabeti ve etkin piyasa şartlarını tesis etmekte yatmaktadır. Yaratıcı yıkımın gerçek anlamda işlemesi, ancak bu bütüncül yaklaşım sayesinde mümkün olabilir.
