Fed bağımsızlık tartışmaları ve yansımaları
ABD Başkanı Donald Trump ve ABD Merkez Bankası (Fed) yöneticileri arasındaki gerginlik sürüyor. ABD başkanı Fed üzerindeki baskıyı artırmak için son olarak Fed Guvernörler Kurulu üyesi Lisa Cook’u görevden aldı. Görevden alma sebebi olarak Cook’un konut kredisi alımında yanlış beyanda bulunmasını gösterdi.
Görünen o ki Başkan Trump Fed üzerindeki baskıyı daha da artıracak ve daha hızlı faiz indirimi için elinden geleni yapacak. Trump uyguladığı tarife politikalarının yurt içinde daha yüksek fiyatlara neden olacağını görüyor. Fiyat artışları sadece tarife kanalından kaynaklanmıyor. ABD dolarının değer kaybı da enflasyonist etki yaratmaya başladı. Bu durumu telafi edebilmek adına faizleri indirerek borçlanma maliyetlerini düşürmeye çalışıyor.
Merkez bankası bağımsızlık algısı zedelenirse ne olur?
Merkez bankalarının belirlenen enflasyon ve istihdam hedeflerine ulaşması için para politikası seçeneklerini siyasi otoriteden bağımsız bir şekilde kullanması 1990’lardan itibaren kabul görür politika haline geldi. Geçmiş tecrübeler gösteriyordu ki seçim döngüleri nedeniyle uygulanan gevşek para politikaları ortalamada daha yüksek enflasyona neden oluyordu.
Para politikası kararlarını seçim döngülerinden bağımsız hale getirebilmek için merkez bankalarına politika uygulama konusunda bağımsızlık verildi. Bu bağlamda, enflasyonun 1990’lar sonrasında küresel olarak daha düşük ve istikrarlı bir seyir izlemesinin sebeplerinden birisi olarak bağımsız merkez bankası politikaları gösterilebilir.
Fakat 2008 küresel krizi sonrasında merkez bankaları zorlu bir küresel ve yerel ortam ile karşı karşıya kaldılar. Küresel ticaretin yavaşlaması, düşen büyüme oranları ve finansal istikrara dair riskler merkez bankaları için yeni zorluklar ortaya koydu. Enflasyon yanında finansal istikrarı koruyabilmek için makroihtiyati politikalar yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Enflasyon görece istikrarlı seyrettiği için ekonomik aktiviteyi ve istihdamı desteklemek geçmiş döneme göre daha yaygın hale geldi.
Bu durumu Bank of International Settlements (BIS) tarafından yayımlanan bir çalışma net olarak ortaya koyuyor. Çalışma sonuçlarına göre para politikası açısından enflasyonun önemi giderek azalırken, üretim, işsizlik ve finansal istikrarın önemi artmış.
Bu sonucun şüphesiz makroekonomik sonuçları olacaktır. Öncelikle şunu söyleyebiliriz: Merkez bankalarının enflasyonu düşük ve istikrarlı tutma konusundaki kararlılıkları ile uzun dönemli enflasyon oranı arasında bir ilişki var. Merkez bankaları enflasyon hedefleri konusunda ne kadar kararlı olursa uzun dönemli enflasyon o kadar düşük ve istikrarlı oluyor.
Merkez bankalarının enflasyonu düşük tutmak konusundaki kararlılıklar kısa vadede daha düşük büyüme ve istihdama sebep olabiliyor. Fakat, orta ve uzun vadeli etkilere baktığımızda durum tersine dönüyor. Düşük ve istikrarlı enflasyona sahip ülkelerin ortalama büyüme oranları daha yüksek ve istikrarlı bir seyir izliyor. Yüksek enflasyonun orta-uzun vadede tüketim ve yatırım davranışlarını nasıl bozduğunu yakın dönem tarihimizden zaten biliyoruz.
Fed’e güven azalırsa ABD ve küresel piyasalarda etkisi nasıl olur?
Fed politikalarına güven kalıcı bir şekilde bozulursa ABD’de ortalama enflasyonun daha yüksek bir seviyede oluşma ihtimali yüksek. Bu durum ABD’de daha yüksek faizler anlamına geliyor. Başka bir anlatımla, Trump her ne kadar Fed’e baskı yaparak faizleri düşürmek istese de piyasa faizlerinde tersi bir durum görülebilir.
Güven bunalımının yaşandığı, ülke risk priminin arttığı dönemlerde merkez bankaları faiz indirmesine rağmen piyasa faizlerinin arttığını daha önce de (ülkemiz de dahil olmak üzere) gözlemlemiştik. ABD’de faizlerin artması ise şu anda istenecek son şeylerden birisi olur. Yüksek piyasa faizleri hisse senetleri dahil varlık fiyatlarında düşüş anlamına gelir. Şirketlerin ve ülkelerin dolar cinsinden borçlanması da daha maliyetli hale gelecektir. Bunlara ek olarak ABD’de bütçe açıkları daha da yükseldiğinde Trump politikaları kaş yapayım derken göz çıkartabilir.