Geleceğimizi kim ödeyecek?
Bağımsızlığımızı korumak istiyorsak, yöneticilerimizin bize ebedi bir borç yükü bindirmesine izin vermemeliyiz.”
- Thomas Jefferson (Amerika Birleşik Devletleri 3. Başkanı)
“Borç yiğidin kamçısıdır” sözü, geçmişin ekonomik anlayışını yansıtan yaygın bir deyiştir. Ancak modern finans bilimi, bu söze önemli bir koşul ekler: Borçlanma ancak akıllıca yapılırsa ve geri ödeme kapasitesi gözetilirse faydalıdır.
Aksi halde borç, yiğidin kamçısı değil, ekonominin boynuna geçirilen bir ilmeğe dönüşür. Kamu borcu, devletin mevcut harcamalarını finanse etmek için gelecekteki vergi gelirlerini ipotek altına alması anlamına gelir. Borç verenler, verdikleri fonların zaman içinde değer kaybetmesini ve risklerini faiz talep ederek telafi ederler. Bu faizi belirleyen ana unsurlar; enflasyon, borcun vadesi, ülkenin kredi riski ve genel ekonomik istikrardır. Bu bağlamda her borç bir yandan bugünün geliri olurken, diğer yandan geleceğin yüküdür.
Peki, Türkiye neden bu kadar çok borçlanıyor?
Son sekiz yılın bütçe verilerine baktığımızda, özellikle faiz ödemeleri ve faiz dışı harcamalardaki dramatik artış dikkat çekiyor. 2017’de 33 milyar TL olan bütçe nakit açığı, 2025’in ortasında 1,3 trilyon TL’ye ulaşmış durumda. Bu artış, sadece pandemi, deprem gibi olağanüstü gelişmelerle açıklanamayacak kadar keskin. Sorunun yapısal olduğu çok açık. Hazinenin 2025 yılı Ocak-Haziran döneminde yaptığı 283 milyar TL’lik iç borç anapara ödemesine karşılık, tam 1,6 trilyon TL tutarında yeni iç borçlanmaya gitmiş olması bunun somut bir göstergesi. Borç çevirme oranlarımız son yıllarda %135 düzeyinin de üzerinde. Yani devlet, borçlarını çevirebilmek için her 1 TL’lik ana para ve faiz ödemesine karşılık 1,35 TL yeni borç almak zorunda kalıyor. Bu, bütçede ciddi bir sürdürülemezlik sinyali veriyor.
Peki, bu gidişatın ülkeye ve vatandaşa etkisi ne olabilir?
1 Kamu hizmetlerine ayrılan kaynaklar azalır
Eğitim, sağlık, altyapı gibi temel alanlara ayrılan bütçe daralır. Nitelikli insan kaynağı yetiştirilemez, altyapı yatırımları aksar, toplumsal refah erozyona uğrar.
2 Bütçenin manevra kabiliyeti kaybolur
Faiz ödemeleri zorunlu giderlerdir. Bu nedenle afet, ekonomik kriz veya stratejik fırsatlara bütçeden kaynak ayrılamaz. Maliye politikası etkinliğini yitirir.
3 Vergi yükü artar veya yeni borçlanmalara ihtiyaç duyulur
Faiz yükünü taşımak için ya vergiler artırılır ya da yeni borçlanma yapılır. Bu da özel sektörü baskılar, yatırım iştahını ve tüketimi azaltarak büyümeyi sınırlar.
4 Borç-faiz kısır döngüsü oluşur
Bütçe açıkları büyür, bu açıkları kapatmak için borç alınır, her yeni borç daha yüksek faizle çevrilir. Bu da döngüsel bir borç krizine yol açar.
5 Yatırımcı güveni ve kredi notu zedelenir
Uluslararası yatırımcılar açısından, bütçede faiz giderlerinin artması bir kırılganlık göstergesidir. Kredi notu düşebilir, borçlanma maliyeti daha da yükselir.
6 Enflasyonist baskılar güçlenir
Yüksek faiz ödemeleri ve büyüyen bütçe açıkları para arzını artırabilir. Bu da enflasyonun kalıcı hale gelmesine ve fiyat istikrarının bozulmasına yol açar.
7 Kaynaklar verimsiz alanlara yönelir
Faiz ödemeleri, geçmişin harcamalarının bedelidir; geleceğe yatırım anlamına gelmez. Kamu kaynakları, verimliliği düşük alanlarda heba olur.
8 Gelecek nesillere ağır bir yük bırakılır
Bugün alınan kararların maliyeti, yarının gençlerinin sırtına bindirilir. Artan borç stoku, onların vergi yükünü yükseltir, kuşaklar arası adalet zedelenir ve servet transferi gelir dağılımını sürekli bozar hale gelir.
Bu noktada, “Ama Türkiye’nin borcu GSYH’ye oranla hâlâ düşük” söylemi bir teselli değil, eksik bir değerlendirmedir. Çünkü kamu özel işbirliği (KÖİ) projelerinin bütçeye gelecek yıllarda yükleyeceği devasa taahhütler ve Türkiye Varlık Fonu’nun şeffaf olmayan borç yapısı bu oranın olduğundan çok daha yüksek algılanmasına yol açıyor. Fiilen kamu maliyesi üzerindeki yük daha büyüktür.
Çıkış yolu: Yapısal reformlar
Bütçedeki faiz yükünü azaltmak, ancak kaynak israfını önleyen, denge ve denetimi güçlendiren yapısal reformlarla mümkündür. Öncelikle Kamu İhale Kanunu modernize edilmeli, Siyasi Etik Yasası yürürlüğe girmelidir. Bu iki adım bile kamu harcamalarında şeffaflık ve hesap verebilirliği artırarak, orta vadede mali disiplinin tesisine büyük katkı sağlayabilir.
Unutmayalım: Borçla büyüme değil, adaletli, verimli ve sürdürülebilir bir bütçeyle büyüme kalıcı refah yaratır. Borcun kamçı olmaktan çıkıp zincire dönüşmesini istemiyorsak, bugünün mali yapısını cesaretle sorgulamak ve düzeltmek zorundayız.



