İklim dirençli kalkınma
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tartışmalı bir torba yasa teklifi, “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, 20 Haziran 2025’te TBMM Sanayi ve Enerji Komisyonu’nda yaklaşık 26 saat süren görüşmeler sonucunda kabul edildi.
Bu torba yasanın içinde 11. Madde kritik. Yasa zeytinlik ve koruma altındaki alanlarda madencilik yapılabilmesine olanak tanıyor. Peki korunan alanlardaki ruhsatlaşmanın sürdürülebilir kalkınma açısından ne gibi etkileri olur?
Kamu yararı iklim direncini gözetmeli
Öncelikle zeytinlikler meselesi olarak gündeme gelen bu yasa paketinin yapısı, iklim dirençli kalkınmayı olumsuz etkileyebilecek bir etki gücüne sahip. Anadolu’nun dört bir yanına yayılmış zeytin ağaçları, yalnızca meyve veren bitkiler değil; kırsal ekonominin taşıyıcı kolonları. Türkiye Ziraat Odaları’nın ve köy muhtarlarının “köylü iflas eder” uyarısı bu açından bakınca kulak vermeye değer.
Zeytinlikleri kaybetmek, aynı zamanda tarım endişelerinin giderek geliştiği bir dünyada risk arz ediyor. Çünkü, yasa artık kamu yararını gözetirken iklim dirençliliği ve küresel gıda krizini ıskalamış gibi. Bu alanların maden sahasına dönüştürülmesiyle gelişmesi beklenen kamusal yarar, aslında karbon salınımı güçlü enerji üretimiyle değil, adil bir geçim kaynağıyla başlar.
Çünkü gerçek kamu yararı, yerel halkı geçim kaynağının merkezinde tutmaktır. Bugün kırsalda yaşayan küçük üretici zaten ekonomik baskı altında. Tarım girdileri pahalı, destekler yetersiz, iklim koşulları belirsiz. Bu koşullarda dahi, köylü toprağına sarılıyor, zeytinine sahip çıkıyor. Ancak bunların hepsi büyük sermaye lehine feda ediliyor. Bu, yalnızca bir çevre politikası hatası değil; aynı zamanda ekonomik adaletin de toprak gibi erozyona uğraması demek...
İklim dirençli ekonomiyi reddedemeyiz
Bu yasa teklifinin bir başka yönü ise şirketlere fazlaca söz hakkı tanıması. Bir başka deyişle doğanın değerli kaynakları bürokrasi karşısında yitirilebilir. Bu, çevre koruma mekanizmalarının sağlıklı çalışmaması demek. İklim krizinin etkileri bu kadar görünürken, doğaya dayalı geçim kaynaklarının bu kadar kıymetli hale geldiği bir çağda, hiçbir ülkenin böyle bir lüksü olmamalı. Kuraklık, su kıtlığı, tarımsal verimsizlik gibi sorunlar her yıl büyürken, bu yasa ile karbon yutak alanlarımız, yerel gıda kaynaklarımız ve iklim dirençli ekonomi potansiyelimiz dolaylı olarak zarar görüyor.
Enerji projeleri Türkiye ekonomisi için son derece önemli ancak doğayla uyumlu bir üretim modeline entegre edilmeleri şart. Ekonomik büyümenin, yerelden ve doğadan kopuk şekilde tanımlanması, bugünün değil yarının da garantisini ortadan kaldırıyor. İklim dirençli bir ekonomiye geçişin hayati önem taşıdığı bu dönemde, sürdürülebilir kalkınmanın yalnızca kürsülerde verilen vaatlerden ibaret kalması, geleceğimiz açısından telafisi zor bir ihmal olur. Bu tip tercihler, ülkenin kırsalını, doğasını, emeğini ve üretimini; yalnızca günü kurtarmaya yönlendirir.
Kalkınma ekonomik adaletle mümkün
Sürdürülebilirlik; sadece güneş paneli kurmakla, rüzgâr türbini dikmekle olmaz. Asıl mesele, doğayla uyumlu bir yaşamı ve üretim modelini savunabilmektir. Bu yasa teklifinin, enerji ve sürdürülebilir kalkınma alanındaki hamlelerimizle çelişen bir yanı var. Ekonomik büyümeyi tek yönlü bir yola sokuyor ve yerelden, doğadan uzaklaşmış bir şekilde oluşturulan çerçeveler, bugünün değil yarının da kaynaklarını zedeliyor.
Dahası bu yasa, köylünün sırtına yalnızca iklim krizinin değil, iklime dirençsiz ekonominin de yükünü bindiriyor. Gerçek ilerlemenin, kısıtlı kaynaklarımızı koruyarak gerçekleşebileceği bir zamandayız. Üstelik kaynakların kısıtlılığı göz önünde bulundurulursa zaman giderek daralıyor. Bugün, küresel ısınmayı göz ardı etmeden iklim dirençli kalkınmada ısrarcı olmalı, enerji dönüşümüyle ilgili hamlelerimizi doğaya entegre etmenin bir yolunu bulmalıyız.