Jeopolitik
Bir dost buluşmamızda yolumuz “Doğu Kütüphanesi Yayınevi”ne düştü. Erol Cihangir yayınevinin yayın yönetmenliğini yapıyor. Yayınevi kültür, tarih ve Türk dünyası hakkında çıkardığı kitaplarla dikkat çekiyor.
Yayınevine gidilir kitapsız çıkılır mı? Erol ağabey İngiliz coğrafyacı Halford John Mackinder’in “Tarihin Coğrafi Kalbi” kitabı ile Nicholas John Spykman’ın “Coğrafya ve Dış Politika” kitabını elimize tutuşturdu. Bizim için kitap en değerli hediye. Bu iki önemli jeopolitik teorisyenini daha önce okumuş olmakla birlikte bu hafta kendimizi yine tutamadık ve kitaplara gömüldük.
Uluslararası ilişkiler disiplininde teori çalışmaları önemli yer tutar. Genellikle Batı’nın izlediği politikalar üzerinden yaratılan teoriler temel olarak kabul edilir. Bunda garipsenecek bir şey yok. Keza gücün yarattığı uluslararası etki, gücün sahibinin izlediği stratejileri yaratan teorileri temel almak zorunda. Bu teorileri dikkate almakla beraber coğrafyayı temel alan teoriler bana daha ilgi çekici gelmiştir. Bunun temel nedeni uluslararası ilişkiler kapsamında yapılacak her türlü çalışmada, konunun geçtiği coğrafya kavranmaz ise her zaman yorumun eksik kalacağı düşüncesidir.
Coğrafya en temel faktör
Neden coğrafya diye sorduğunuzu duyuyorum. Tarihte yaşanan olaylara baktığınızda coğrafyanın en temel faktör olduğunu görürsünüz. Keza diğer faktörlerle kıyaslandığında aralarında en sabit olanıdır. Dış politikada hemen her şeyi idare edebilir ya da değiştirebilirsiniz ancak coğrafyayı tartışamazsınız. Nitekim ülkelerin coğrafi özellikleri değişmez ya da değiştirilemez olduğundan devletlerin coğrafi talepleri yüzyıllarca aynı kalmaktadır.
Mackinder çok önemli bir coğrafyacıdır. Keza yaşadığı dönemde coğrafya-tarih arasındaki ilişkiyi en iyi kavrayan bilim insanlarının başında gelir. Mackinder başlangıçta Büyük Britanya üzerine yoğunlaşsa da sonrasında küresel meselelere ilişkin kuvvetli öngörülerde bulunmuştur. “Kara Kuşak” teorisinin mimarıdır.
Spykman ise ABD’de jeopolitik alanının en önemli isimlerinden biridir. Spykman, ABD dış politikasının ve ulusal güvenlik stratejilerinin esaslarını “Kenar Kuşak” teorisiyle açıklamıştır. Mackinder’in teorisinin hatalı yönleri olduğunu ve ömrünü tamamladığını iddia etmiştir.
Her iki teorisyen de Soğuk Savaş dönemini yaşamamış olsalar da bugün için bile hala önemini kaybetmeyen öngörülerde bulunmuşlardır. Bunlardan en önemlisi, milletlerin dünyanın uzak yerlerinde meydana gelen herhangi bir olayı arkalarına yaslanarak güvenle izleyemeyecekleridir. Bu yorumu Soğuk Savaş sonrasında sıklıkla duymuşsunuzdur. Keza kutup sisteminin kalkması ekonomileri küresel hale getirerek ülkelerin birbirlerine olan bağımlılığını artırdı. Bu bağımlılık, dünyanın neresinde çıkarsa çıksın sorunu her ülkeyi etkileyecek hale getirdi.
Kenar Kuşak teorisi
Bugün ABD’yi tam olarak dengeleyecek bir Sovyetler Birliği’nden bahsedemediğimizden Spykman ağırlıklı okudum. Nedeni Amerika merkezli bir coğrafi bakış açısıyla ABD jeopolitiğinin esaslarını belirlerken ABD dış politikasının ve ulusal güvenlik stratejilerinin esaslarını belirlemiş olmasıydı.
Spykman Avrupa’daki güç dengesinin ABD’den çok kendi bölgesel güvenliğiyle ilgileneceğini söyler. Ne kadar doğru bir öngörü. Soğuk Savaş döneminde kendini ABD ve NATO şemsiyesine bırakan Avrupa, Soğuk Savaş sonrası bir birlik haline gelse de hala güvenliğini ortak bir yapıya dayandıramamış durumda. Trump’ın “biz onların güvenliği için harcıyoruz, onlar halklarının refahı için harcıyor” söylemi son NATO zirvesinde savunma harcamalarının yüzde 5’e çıkarılmasıyla değişecek gibi.
Spykman’a göre trans-Atlantik ve trans-Pasifik ABD’nin güç pozisyonunu korunması için mutlak kontrolünde olması gereken bölgelerdir. Bugün ABD’nin Kanada-Meksika ilişkisi, Trump’ın Panama Kanalını istemesi, Avrupa’ya kendi üstünlüğünü kabul ettirme baskısı trans-Atlantik’te üstünlüğü kaptırmama stratejisinin bir parçası. Tabii ki bir de Rusya’yı çevrelemenin … Diğer yandan Güney Kore, Tayvan ve Japonya ile olan güvenlik ilişkisi, Yeni Zelanda ve Avustralya ile yarattığı ortaklıklar trans-Pasifik için büyük önemde. Bu da Rusya gibi Çin’i çevrelemenin bir yolu…
Spykman’ın Kenar Kuşak teorisinin temelinde de bu çevirme stratejisi net olarak görülür. Batı Avrupa, Orta Doğu ve Uzak Doğu Kenar Kuşak bölgeleridir ve ABD, bu bölgelerdeki güç dengesini aktif olarak yönetmek zorundadır. Bu strateji aynı zamanda ABD’yi “süper güç” kavramı içerisinde konumlandırmak isteğinin bir parçasıdır.
Trump Grönland’ı neden istiyor?
Spykman göre ABD’nin temel politik hedefi, “Eski Dünya”nın güç merkezlerinin karşı bir koalisyonda birleşmesini barışta ve savaşta engellemek olmalıdır. BRICS üyelerinde neden yüzde 10 ek gümrük vergi uygulanmak istendiğini bu öngörüden çıkarabiliriz.
Spykman, Grönland ve Alaska’nın neden önemli olduğunu açıklarken Trump’ın Grönland isteğine de anlam kazandırmış. Spykman’a göre Grönland ve Alaska’nın önemi, Arktik okyanusunun ekonomik coğrafyasında değil, Baltık Deniziyle Japon Denizinin askeri coğrafyasında yatmaktadır. II. Dünya Savaşı sırasında ABD askeri gücü Alaska üzerinden Sibirya ve Çin’e, İzlanda ve Murmansk üzerinden Avrupa’ya ve Rusya’ya gitmeye zorlanmıştı çünkü başka seçeneği yoktu. Keza Japonya ABD deniz gücünü Vladivostok ve Çin’in kıyı kentlerinden uzak tutarken, Almanya ise Baltık Denizi dışında tutmayı başarmıştı.
İşte bu yüzden Spykman kuzey yolunun ABD için düşmanlarının etrafındaki bir sapak olarak düşünülmesi gerektiği üzerinde durur. Bu yaklaşım bugün için de geçerli. Yani anlayacağınız Trump Grönland’ı doğal kaynak zenginliğinden değil stratejik öneminden istiyor.
Köşe yazmanın zor yanı kısa yazabilmek. Bu hafta buraya kadar yazabildik. Sonraki haftalarda daha fazla jeopolitik yazmak şart oldu….