Kalkınırken kimleri geride bıraktık?

Kalkınma, herkesin ağzında…Karar alı­cılardan bürokratına, teknokratından müteahhidine kadar herkes “sürdürülebilir kalkınmadan” bahsediyor.

Salonlarda yan­kılanıyor, toplantı başlıklarına yazılıyor, slo­ganlara yapıştırılıyor. Sunumlarda grafikler yükseliyor, tablolar yeşile dönüyor, raporla­rın kapağında “2030 hedefleri” yazıyor. Ama kimse o raporların içinde kimlerin olmadığı­nı konuşmuyor.

Çünkü bu kalkınma mode­li, herkesi aynı masaya çağırmıyor. Çağırı­yor gibi yapıyor. Onlara “raporun bir yerine iliştiririz” muamelesi yapılıyor. Yani aslın­da sürdürülebilir kalkınmanın, kimin için sürdürülemediğini konuşmuyoruz. Kalkın­ma herkesin hakkı deniyor ya, işte bu yüzden inandırıcılığını yitiriyor. Çünkü o “herkes”e kimlerin dahil olmadığı çok net. Ve her dışa­rıda bırakılan, “Savunmasız Gruplara Yöne­lik Yapısal İhmal”in bir kurbanı…

Savunmasız gruplara yönelik yapısal ihmal

İhmal deyince ilk akla gelen: Bir hata, bir dalgınlık… Oysa biz burada ondan değil, ku­rumsallaşmış bir yok saymadan bahsediyo­ruz. Çünkü yapısal ihmal, günlük yaşama yayılmıştır. Kâğıt üstünde hak vardır ama uygulamada yoktur. “Yapısal” denmesinin nedeni de bu zaten: Sistem var ama içine bazılarını almıyor.

Türkiye, Birleşmiş Mil­letler’in 17 sürdürülebilir kalkınma hede­finden bazılarını yerine getirmek için ça­ba gösteriyor. Enerji yatırımları, altyapı re­formları, dijitalleşme… Hepsi güzel. Ama sosyal eşitlik başlıklarında, mesela “nite­likli eğitim”, “toplumsal cinsiyet eşitliği”, “eşitsizliklerin azaltılması” gibi alanlarda, ne kadar yol kat ediyoruz? Raporlar bunu açıkça söylüyor. Ama nedense kimsenin su­numlarında grafiklerle gösterilmiyor. Muh­temelen nedeni şu: Sürdürülebilirlik bura­da sadece çevre yatırımı demek. Onu da ya­parken bir başka tarafı yok ediliyor.

Yine de kâğıt üzerinde her şey yolunda. Ağaç dik, güneş paneli kur, bir de “yeşil dönüşüm” dersen her şey tamam. Peki ya sosyal adalet tarafı? Kadınlar için eşitlik? Çocuklar için güvenli gelecek? Hâlbuki Birleşmiş Millet­ler’in 2030 hedefleri sadece ekonomik bü­yüme değil, eşitlik diyor, kapsayıcılık diyor. “Kimse geride kalmayacak” diyor. Bizde bunların yerine kocaman bir sessizlik var.

Kimseyi rahatsız etmeyen tablo

Biz de bu sessizliğin yerini rakamlarla dol­duralım. 2024 yılında 315 kadın öldürüldü. 2025’in ilk yarısında ise bu sayı 190’ı geçti. TÜİK verilerine göre en az 720 bin çocuk ka­yıt dışı çalışıyor. 15–17 yaş grubundaki ço­cukların işgücüne katılım oranı yüzde 24,9 oldu. 2020’de bu oran sadece yüzde 16,2’ydi. 4 yılda 377 bin çocuk işçi sisteme dahil edil­di.

Oysa, Birleşmiş Milletler’in 2030 Sür­dürülebilir Kalkınma Amaçları yalnızca ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda kapsayıcılığı, eşitliği ve kimseyi “geride bı­rakmamayı” esas alıyordu. Türkiye’nin bu hedeflerdeki karnesi ise karmaşık bir tab­lo sunuyor. Bazı alanlarda ilerleme sağlansa da özellikle sosyal boyutta geri kalan başlık­lar dikkat çekiyor. 2024 yılına ait Sürdürüle­bilir Kalkınma Raporu’na göre Türkiye hâlâ “eşitsizliklerin azaltılması”, “toplumsal cin­siyet eşitliği”, “barışçıl ve kapsayıcı toplum­lar” gibi başlıklarda ciddi sorunlar yaşayan ülkeler kategorisinde yer alıyor.

Kimler mi geride kaldı?

Grafiklerin eğrisi düzse sorun yok sayılı­yor. Makro göstergeler güzelse, mikro dram­lar istatistik hatası gibi görülüyor. Oysa o “istatistik hataları” gerçek insanların hayatı. Sürdürülebilir kalkınmayı yalnızca büyüme diye anlatmak kolay. Sosyal kısmına gelince top çeviriyoruz. Halbuki gerçek kalkınma, yalnızca “ne kadar ileri gittik” sorusuna ce­vap vermez.

Aynı zamanda soru sorar ve asıl soru ise şu: Kalkınırken kimleri mi geride bı­raktık? Hemen cevap verelim: Savunmasız­lar geride bıraktık. Yani kadınları, çocukları, açlık sınırının altında yaşayanları, hakkı kâ­ğıtta olup hayatta olmayanları, hülasa, siste­matik ve yapısal ihmale maruz kalanları…

Yazara Ait Diğer Yazılar