Kendi kuyumuzu kazmak

Afrika kıtası denince akla ilk gelen şey ne? Kuraklık, açlık, susuzluk… Ama yakın tarihin sayfalarına bir göz atarsa­nız, bu toprakların bir zamanlar nehirler­le, göllerle dolu olduğunu görürsünüz. Nil, Kongo, Zambezi...

Yağmur ormanları, ba­taklıklar, verimli vadiler... Sonra bir şey oldu. Ne mi? Madencilik faaliyetleri her yere yayıldı. Yeraltı kazıldı, ama yerüstü unutuldu. Her madencilik faaliyetine kar­şılık binlerce litre su harcandı. Göller kü­çüldü, dereler kurudu, sular ya çekildi ya da zehirlendi.

Mesela Güney Afrika’daki madenlerden çıkan asidik sular, nehirlerin pH dengesini öyle bozdu ki, içme suyu sis­temleri iflas etti. Zambiya’daki bakır kuşa­ğında yeraltı suyu öyle hızlı çekildi ki bazı köyler suya ulaşmak için 100 metre derin­lik kazmak zorunda kaldı. Siyanürle altın ayrıştırmak, cıva kullanmak, toprağı yı­kamak... Bunların hepsi milyonlarca litre suyun yok edilmesini gerektirir. Ve su, bir kez kirlenirse geri kazanılmaz. Afrika’da insanlar madenlerin çevresindeki nehir­lerde ellerini bile yıkayamaz hale geldi. Ama madencilik devam etti. Çünkü “kal­kınma” gerekiyordu. Çünkü “enerji” la­zımdı. Çünkü “yatırımcı” üzülmemeliydi.

Afrika bize ne kadar uzak?

Kilometre cinsinden epey uzak. Ama su kaynağının kıtlığı açısından pek de uzak değil. Üstelik zeytinlik alanlar, artık ka­mu yararı gözetilerek madenciliğe açılır­sa, aramızdaki mesafe daha da daralacak. Mecliste tartışılan “madenler meselesi” Kâğıt üstünde mantıklı görünüyor olabilir. Ama Afrika’da da başlarda böyle düşünül­müştü. Önce birkaç yüz hektar. Sonra bin. Sonra “sadece bu bölge.” Sonra “şurası da önemli.” Derken ellerinde ne verimli top­rak kaldı ne su ne de kaynak…

Gelelim Türkiye’ye… Türkiye genelinde 459.000 hektar zeytinlik var. Bir başka de­yişle 4.490 km². Lüksemburg’dan büyük, İstanbul kadar. Rakamlar abartılı geliyor­sa, mevzuata bakın, potansiyel olarak et­kilenecek alan 125.000 km². Yani büyük­lük olarak Macaristan’ı geçiyor, Portekiz’i solluyor. Çoğu maden, özellikle kömür, al­tın ve lityum, büyük miktarda su gerekti­riyor. Bu su genellikle yeraltı kaynakların­dan çekilir. Madeni kuru tutmak için pom­palanır. Üzerine kimyasal karışır. Ve çoğu zaman arıtılmadan doğaya salınır ama ma­den demek sadece su krizi demek mi? Ya da şöyle soralım: su krizinin sonuçları yal­nızca suyla mı ilgili?

Cevap: Hayır. Önce kırsal boşalır. Ardın­dan gerilim başlar. Gıda fiyatları artar. İt­halat bağımlılığı yükselir. Ve en sonunda toplumun en kırılgan halkaları; çiftçi, köy­lü, üretici, sessizce sistemden çekilir. Af­rika’nın bizden çok uzak olduğunu düşü­nenler varsa Türkiye’nin su risklerine bir göz atabilirler. Türkiye su fakiri bir ülke. Kuraklık verileri her yıl daha vahim. Ye­raltı suyu seviyeleri düşüyor. Göller çekili­yor. Yangınlar ve diğer sebepler derken or­mansızlaşma artıyor. Ve biz, buna rağmen yerin altındaki madene ulaşmaya karşı­lık gerçekten suyu harcamayı hedefleme­li miyiz?

Kuyu açmayı iyi biliyoruz

Afrika’da madenleşme sürecinin başın­da herkes aynı şeyi söyledi: “Sadece birkaç ruhsat verilecek.” Sonuç ise şu: ülkemizde çeşitli Afrika ülkelerine su kuyusu açma kampanyaları düzenliyor, kamu kurumları kimliğimizle de Afrika’ya su götürmek için seferber oluyoruz. AFAD, 2023 itibarıyla Somali’de 20 kuyu açarak yaklaşık 175.000 kişiye içme suyu sağladı. Öte yandan İHH İnsani Yardım Vakfı, 2024 yılında 15 ülke­de bin 185 su kuyusu açarak yaklaşık 500 binden fazla insanı temiz suyla buluştur­du; 2000’den bu yana toplam 15.389 kuyu hizmete sunuldu.

Aynı şekilde Türk Kızı­lay, Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) gibi ku­ruluşlar; Nijer, Kenya, Liberya, Somali, Etiyopya, Gana, Burkina Faso, Mali, Çad, Gine, Tanzanya, Uganda, Kamerun, Benin, Togo, Sierra Leone gibi Afrika ülkelerinde yüzlerce, binlerce su kuyusu açtı. Neyse ki su kuyuları açmak konusunda epey tecrü­beliyiz. Kendi kuyumuzu kazabiliriz.

Yazara Ait Diğer Yazılar