Kusursuz fırtınada liderlik sınavı
Dünya iş tarihi, bu kadar fazla riskin aynı anda bir araya geldiği bir dönemi nadiren gördü. McKinsey ve Dünya Ekonomik Forumu’nun ‘Resilience Pulse Check 2025’ raporuna göre, liderlerin yüzde 84’ü artan belirsizliklerle başa çıkmada kendilerini yetersiz hissediyor. Yalnızca CEO’lar değil, yönetim kurullarının da yüzde 60’ı, önümüzdeki beş yılda karşılarına çıkabilecek şoklara hazırlıksız olduklarını söylüyor.
Rapor, özellikle ‘bileşik riskler’in yani bir riskin diğerini tetiklemesinin altını çiziyor. Örneğin, iklim kaynaklı bir afetin tedarik zincirini bozması, bu durumun enerji fiyatlarını yükseltmesi ve finansal istikrarı tehdit etmesi gibi zincirleme etkiler liderlerin yalnızca kendi sektörlerine değil, tüm küresel sisteme dair bir perspektife sahip olmalarını zorunlu kılıyor.
Üstelik insan doğasından kaynaklanan bazı bilişsel yanılgılar, bu risklerle mücadeleyi daha da güçleştiriyor. ‘Deve kuşu etkisi’ olarak bilinen, olumsuz gelişmeleri görmezden gelme eğilimi ya da ‘Rashomon etkisi’ gibi aynı olayın farklı kişilerce farklı yorumlanması, karar alma süreçlerini yavaşlatıyor. Bu nedenle kriz yönetimi deneyimine sahip ‘boomerang CEO’ların —yani görevden ayrıldıktan sonra kriz anında yeniden göreve getirilen yöneticilerin—sayısında hem ülkemizde hem de dünyada artış gözleniyor.
Dayanıklılık stratejinin kalbinde
McKinsey raporunda, CEO’ların rolü ‘stratejist’ten ‘dayanıklılık stratejisti’ne evrilmiş durumda. Kurumsal dayanıklılık dört başlıkta ele alınıyor:
Finansal dayanıklılık: Likiditeyi ve nakit akışını kriz anında koruyabilmek.
Operasyonel dayanıklılık: Tedarik zinciri kırılmalarına hızla yanıt verebilmek.
Organizasyonel dayanıklılık: Çalışan bağlılığını ve motivasyonunu sürdürmek.
Dışsal dayanıklılık: Regülasyonlar, kamuoyu ve paydaş ilişkilerinde güveni korumak.
Bu dört boyutun hepsi birbiriyle bağlantılı. Raporun ‘Resilience Pulse Check’ verileri, dayanıklılığı yüksek olan şirketlerin kriz dönemlerinde rakiplerine kıyasla ortalama yüzde 20 daha hızlı toparlandığını ortaya koyuyor. Ayrıca bu şirketler, kriz sonrası ilk 12 ayda piyasa değerinde ortalama yüzde 30 daha yüksek artış elde ediyor. Bunun nedeni hem senaryo planlamasının hem de çalışan bağlılığının kriz anında devreye girecek şekilde önceden kurgulanmış olması.
WEF & McKinsey anketinde şirketlerin yalnızca yüzde 36’sı, riskleri proaktif biçimde izleyip erken uyarı sistemleri kurduklarını belirtiyor. Oysa bu şirketler, diğerlerine göre iki kat daha hızlı karar alabiliyor ve tedarik zincirlerini yüzde 25 daha hızlı yeniden yapılandırabiliyor.
Liderler için eylem planı
‘Kusursuz fırtına’ olarak ifade edilen bu durum; yalnızca stratejik planlama değil, yepyeni liderlik becerileri gerektiriyor. Rapor ve saha gözlemleri, liderlerin ‘kusursuz fırtına’yı yönetebilmesi için şu adımları kritik görüyor:
Senaryo planlama: En iyi ve en kötü senaryolar için önceden hazırlanmış yol haritaları.
Erken uyarı mekanizmaları: Veri analitiğiyle risk sinyallerini önceden tespit etme.
Yetki dağılımı: Kriz anında kararların tek bir kişiye bağlı olmaması.
Kültürel dayanıklılık: Çalışanların değişime açık, hızlı uyum sağlayan bir kültürde çalışması.
Paydaş iletişimi: Kriz dönemlerinde yatırımcı, müşteri ve çalışan güvenini aynı anda yönetebilmek.
Rapor, ayrıca bu adımların uygulanabilmesi için liderlerin yalnızca ‘karar verici’ değil, aynı zamanda ‘dinleyici’ olması gerektiğini vurguluyor. Farklı bakış açılarını süzgeçten geçirip en uygun stratejiye dönüştürebilen liderler, belirsizlik dönemlerinde fark yaratıyor.
‘Kusursuz fırtına’ metaforu, korkutucu olduğu kadar motive edici de. Çünkü her kriz, liderlere yönetim anlayışlarını yeniden şekillendirme fırsatı sunuyor. Artık başarı, yalnızca hedeflere ulaşmak değil, değişen koşullara uyum sağlarken kurumun değerlerini koruyabilmekten geçiyor.
Bugün liderlik; vizyon çizmek, ekibi bu vizyona inandırmak ve kriz dalgaları arasında rotayı korumak demek. McKinsey ve WEF’in verileri, önümüzdeki dönemde kurumların en önemli rekabet avantajının, krizlere dayanıklı liderlik kültürü olacağını net biçimde ortaya koyuyor. Dayanıklılığı merkezine alan şirketler, fırtınayı sadece atlatmakla kalmayacak, sonrası için de daha güçlü bir pozisyon kazanacak.