Makroda iyileşme mikroda sıkışma

Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın açıkladığı Mayıs 2025 dış ticaret ve­rilerine göre, Türki­ye’nin ihracatı geçen yılın aynı dönemi­ne göre %2,7 artarak 24,8 milyar dolara, ithalatı ise %2,1 ar­tarak 31,3 milyar dolara yük­seldi.

Bu durum, 6,47 milyar dolarlık bir dış ticaret açığı­na yol açtı. Yıllık bazda dış ti­caret açığında sınırlı bir ar­tış görülse de, 2025’in ilk beş ayındaki ihracatın ithala­tı karşılama oranı olan %73, tarihsel eğilimler açısından sürdürülebilir bir doğrultuda ilerlendiğini gösteriyor.

Dış ticaretteki iyileşme

2019’dan bu yana dış tica­ret hacmi, pandemi yılı 2020 haricinde istikrarlı bir büyü­me sergiledi. Örneğin, 2020 Mayıs ayında 9,96 milyar do­lar olan ihracat, 2025’te yak­laşık 2,5 katına çıkarak 24,83 milyar dolara ulaştı. Aynı dö­nemde ithalat da benzer bir hızla 13,39 milyar dolardan 31,3 milyar dolara yükseldi.

Bu süreçte en dikkat çeki­ci gelişme, ihracatın ithalatı karşılama oranındaki topar­lanma oldu. 2022 Mayıs’ında %63,98 seviyesinde olan bu oran, 2025’te %79,3’e ulaşa­rak dış ticaret dengesinde ya­pısal bir iyileşmeye işaret etti. 2023’ten günümüze uygula­nan para ve maliye politikala­rı, ithalat üzerindeki kontro­lü artırdı. Kur politikasındaki görece istikrar ve yüksek faiz oranları ithalat talebini sınır­larken, ihracat tarafında bi­rim değer endeksinde sınır­lı bir iyileşme görüldü. Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin dış ticaret yapısında nicel büyü­menin ötesinde, niteliksel bir dönüşüm ihtiyacını da gözler önüne seriyor.

Makro başarılar ve mikro zorluklar

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu tabloya ilişkin değerlendirmesinde, “Hedefimiz cari dengede sağ­ladığımız iyileşmeyi, yapısal dönüşüm adımları ve katma değerli üretime yönelik des­teklerle kalıcı hale getirmek­tir” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, makro istikrarın uzun vadeli hedeflere dönüş­türülmesi gerektiğini vurgu­luyor. Ancak bu makro kaza­nımlar, toplumun geniş ke­simleri tarafından doğrudan hissedilmediği sürece eko­nomik politikalardaki başa­rının da sınırlı kalması olası.

Bu noktada, hanehalkı dü­zeyindeki mikroekonomik veriler, makro göstergelerin tamamlayıcısı niteliğindedir. TÜİK’in 2024 yılı Hanehalkı Bütçe Anketi verilerine göre, 2022’de tüketim harcamala­rının %22,8’i gıda ve alkolsüz içeceklere, %22,4’ü ise konut ve kiraya ayrılıyordu. 2024’te bu oranlar sırasıyla %18,1 ve %26 olarak değişti. Yani, gıda harcamalarının göreli payı azalırken, barınma giderle­rinin toplam içindeki payı artmaya devam etti.

Barınma maliyetlerindeki bu artış, maaş zamlarının va­tandaşlar tarafından neden “rahatlama” olarak hissedil­mediğini açıklıyor. Gelir ar­tışı, enflasyonun yüksek sey­rettiği konut ve kira gibi es­nek olmayan kalemlerdeki harcamalara yöneldiği için bireyler, elde ettikleri ek ge­lirle yeni tüketim yapamıyor, ağırlıklı olarak mevcut ya­şam düzeylerini korumaya çalışıyor. Gıdanın bütçedeki payının düşmesi bu anlam­da bir refah artışı değil, daha ucuz ve sınırlı tüketime yö­nelişin işareti olabilir.

Çözüm ve gelecek odaklılık

Sonuç olarak, dış ticaret­te elde edilen başarılar ve cari dengeye yönelik yapı­sal adımlar önemli olmakla birlikte, bireylerin bu iyileş­meyi hissetmesi için gelirin topluma yayılma kapasitesi de en az bu göstergeler kadar belirleyicidir. Katma değer­li üretim ve ihracat hede­fi, sadece döviz kazancı açı­sından değil, aynı zamanda yurt içinde gelir dağılımının dengelenmesi, yaşam mali­yetinin hafifletilmesi ve re­el ücretlerin desteklenmesi açısından da stratejik önem taşımaktadır. Bu nedenle, yapısal dönüşüm yalnız­ca üretim ve ihracat politi­kalarının değil, aynı zaman­da sosyal refahı önceleyen gelir politikalarının da merkezinde yer almalıdır.

Yazara Ait Diğer Yazılar