Rakamlar yetmez

Türkiye de son yıllarda bu konuda çeşitli adımlar attı; 2053 Net-Sıfır Emisyon hedefi açıklandı, enerji yatı­rımları hız kazandı, uluslararası finans­manlarla desteklenen projeler başlatıldı. Ancak bu adımlar, büyük oranda teknik ve ekonomik eksende şekillendi.

Bugün sormamız gereken soru şu: Bu dönüşüm ne kadar kapsamlı ve ne ölçüde toplu­mun tüm kesimlerini içine alan bir viz­yona dayanıyor?

Milyar dolarlık yol haritası

Enerji dönüşümünün teknik ayağında Türkiye'nin önüne koyduğu hedefler id­dialı. 2035 yılına kadar güneş ve rüzgâr enerjisi kapasitesinin dört kat artırılma­sı planlanıyor. Bu artış, toplamda yaklaşık 120 GW’lık bir yenilenebilir enerji hac­mine denk geliyor. Böylesine geniş çaplı bir dönüşüm, ciddi bir finansal planlama gerektiriyor. Bu kapsamda yaklaşık 108 milyar dolarlık yatırım öngörülmüş du­rumda.

Üstelik yalnızca üretim kapasitesi değil, altyapı da bu planın parçası. 28 mil­yar dolarlık bir bütçeyle enerji iletim hat­larının güçlendirilmesi hedefleniyor. Her yıl 7,5 ila 8 GW seviyesinde yeni kapasite kurulması planı, mevcut uygulama hızı­nın sürdürülebilmesi halinde, Avrupa’nın enerji hamleleriyle kıyaslanabilir bir per­formans anlamına geliyor.

Ancak üretim tek başına yeterli değil. Enerjinin tüketiciye ulaştırılması, şebeke sistemlerinin bu hacmi taşıyabilecek bi­çimde yenilenmesi gerekiyor. Bu neden­le yaklaşık 60 GW’lık yenilenebilir enerji kapasitesinin şebekeye entegrasyonu için kapsamlı hazırlıklar yürütülüyor. Türki­ye, bu çerçevede enerji sistemini dijital­leştirmek, batarya destekli sistemler kur­mak ve dağıtık şarj istasyonları geliştir­mek üzere 330 milyon dolarlık bir kaynak ayırmış durumda. CIF ve CTF gibi ulusla­rarası fonlardan 440 ila 790 milyon dolar arasında destek sağlandığı açıklanıyor.

Dünya Bankası ve Türkiye

Daha dikkat çekici bir gelişme ise Dün­ya Bankası ile yapılan iş birliği. Türkiye, 1 milyar dolarlık bir anlaşmayla dağıtık gü­neş enerjisi ve batarya sistemlerini kap­sayan yenilenebilir enerji destek prog­ramına dahil edildi. Bu sadece bir mali kaynak değil; aynı zamanda uluslararası kuruluşların Türkiye’nin yeşil dönüşüm potansiyeline duyduğu güvenin de bir yansıması. Ancak tüm bu rakamların or­tasında yer alan şu veri, durumun ölçeği­ni daha iyi kavramamızı sağlıyor: Overse­as Development Institute (ODI) tarafın­dan yapılan bir analize göre, Türkiye'nin yalnızca sürdürülebilir enerji, ulaşım ve bina sektörlerinde 2030 yılına kadar ihti­yaç duyduğu yatırım tutarı 500 milyar do­lar seviyesinde. Başka bir ifadeyle, yarım trilyon dolarlık bir dönüşüm söz konusu.

Enerji verimliliği de dönüşümün kritik başlıklarından biri. Şebekelerdeki moder­nizasyon ve tüketici tarafında sayaç sis­temlerinin yenilenmesi için 11 milyar do­larlık bir bütçe ayrıldığı belirtiliyor. He­def, 2035 yılına kadar sayaçların %80’inin akıllı sistemlerle değiştirilmesi. Bu deği­şiklik, yalnızca tüketim ölçümünde doğ­ruluğu değil; kayıp-kaçak oranlarının azaltılmasını ve genel enerji yönetiminin daha verimli hâle getirilmesini amaçlıyor.

Sosyal dönüşüm zorunluluğu

Yine de tüm bu çabaların gerçek anla­mını bulabilmesi için sorulması gereken temel bir soru var: Sürdürülebilirlik yal­nızca yatırım rakamlarıyla mı ölçülme­li? Çünkü iklim hedefleri ne kadar iddi­alı olursa olsun, bu dönüşüm toplumsal katmanlarla birleşmediği sürece eksik kalıyor. Bugün hâlâ kırsalda eğitimden mahrum kalan çocuklar, özellikle kız ço­cukları; iklim değişikliğinden doğrudan etkilenen göçmen topluluklar, istihdam­da ve karar alma mekanizmalarında yete­rince temsil edilmeyen kadınlar varken, sürdürülebilirlikten söz etmek yalnızca teknik bir mesele gibi kalır. Oysa gerçek dönüşüm, sosyal adaletle el ele yürüyor. Türkiye'nin iklim vizyonu, bu toplumsal boyutları daha görünür kıldıkça ve kapsa­yıcı politikalarla destekledikçe, rakamla­rın ötesine geçen bir anlam kazanacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar