Rakamların ötesinde bir varoluş krizi: 2026, kayıp anlam ve gençlik

“Milletin bağrında temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri (Türkiye Cumhuriyeti’ni) ona bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak.”

- Mustafa Kemal Atatürk

2026 yılının eşiğindeyiz. Eko­nomi yönetiminin projeksi­yonları, yabancı yatırımcı rapor­ları ve “dengelenme” söylemleri havada uçuşuyor. Piyasalar, bi­lançoların ve döviz kurlarının oluşturduğu o soğuk matematik­sel evrende kendine bir yön arıyor. Ancak sokağa indiğinizde, metro­büs duraklarındaki o kalabalık sessizliğe kulak verdiğinizde, Ex­cel tablolarının asla ölçemeyeceği bir çöküşü duyuyorsunuz.

Bu çöküş, sadece alım gücünün erimesi değil. Bu, Viktor Frankl’ın yıllar önce Auschwitz’in karanlı­ğında teşhis ettiği o derin hastalı­ğın, bugün Türkiye sokaklarında nüksetmiş halidir.

“Nasıl”lara katlanmak için bir “neden” gerekir

Frankl, o meşhur eserinde Nietzsche’nin şu sözünü rehber edinir: “Yaşamak için bir ‘ne­deni’ olan kişi, hemen hemen her türlü ‘nasıla’ katlanabilir.”

Türkiye insanı, tarihi boyun­ca pek çok zorlu “nasıl”a katlan­dı. Ancak bugün 20’li yaşlarında­ki bir genç, çalışarak, üreterek, dürüst kalarak “sınıf atlayama­yacağını”, hatta olduğu yeri bile koruyamayacağını hissediyorsa, orada ekonomik krizden öte bir “anlam krizi” vardır.

Bu hissiyatın arkasında somut veriler var:

* OECD’nin Reel Ücret Takip Raporu, Türkiye’de çalışanların reel gelirinin son 3 yılda ciddi oranda eridiğini gösteriyor.

* Yine OECD verilerine göre, düşük gelirli bir ailenin çocuğu­nun orta gelir düzeyine yüksele­bilmesi için yaklaşık 5 nesil ge­rekiyor. Bu döngünün OECD or­talamasında 4 nesil olduğunu da vurgulamak yerinde olur.

Genç için “çabalarsam haya­tım değişir” umudu istatistiksel olarak bile destek bulmuyor. Sis­tem, onların elinden “neden”leri­ni alıp bağları kopartınca, çekilen çile fedakârlık olmaktan çıkıyor; beyhude bir eziyete dönüşüyor.

Bütçe bir vicdan belgesidir: Tercihler kimden yana?

Bu anlam kaybının en büyük tetikleyicisi, ekonomik aktörle­rin saplandığı ve kaynakları bi­linçli olarak gençlikten esirgedi­ği “Sonlu Oyun” zihniyetidir. Ve bu zihniyetin en somut kanıtı, bir “vicdan belgesi” olması gereken 2026 bütçesidir.

Bütçedeki tercihlere baktığı­mızda, kaynağın “geleceği inşa etmeye” değil, “serma­yeyi ve rantı korumaya” aktarıldığını görüyoruz. Rakamlar yalan söyle­mez:

* 2026 bütçesinde sadece sermayeye sağ­lanan Kurumlar Vergi­si Muafiyeti 768 mil­yar TL.

* KDV ve ÖTV istis­naları ile diğer muafi­yetler eklendiğinde, devletin ser­maye lehine “vazgeçtiği” vergi geliri toplamda yaklaşık 1,9 tril­yon TL’ye ulaşıyor.

Devlet, sermayeden alacağı 1,9 trilyon TL’den vazgeçerken ve aktardığı bu kaynağın perfor­mansının hesabını sormazken; gençlerin geleceğini finanse ede­cek kaynağı bulamıyor. Bu bir “yokluk” sorunu değil, bir “ter­cih” sorunudur.

Eğitim bütçesi illüzyonu: Nitelik değil, bordro

Burada sıkça duyduğumuz bir savunma var: “Ama bütçede en büyük ikinci kalemi (yaklaşık 2.1 trilyon TL) eğitime ayırdık.”

İşte bu, rakamlarla yapılan en büyük illüzyondur. Evet, ra­kam büyüktür ama bu kayna­ğın aslan payı "personel harca­malarına", yani maaş ödeme­lerine gitmektedir. Bu bütçe; eğitimin niteliğini artırmaya, çağdaş bir dönüşüm sağlama­ya veya öğrenciye dokunmaya odaklanan bir bütçe değildir.

Bir bütçenin büyüklüğü de­ğil, nereye harcandığı önemlidir. Eğer o devasa bütçeden;

Okullarda çocuklara temiz iç­me suyu sağlamaya,

Gelişim çağındaki gence bir öğün sağlıklı yemek vermeye,

Üniversite öğrencisinin kanayan yarası olan barınma/yurt sorununu çözmeye

...yeterli kaynak ayrılmıyor­sa, o rakamın büyüklüğü an­lamsızdır. Biz “eğitim bütçesi” adı altında sadece maaş öde­yen bir sisteme bakıyoruz. Oy­sa gençlik, bordrolardan ibaret değildir. Okulda aç kalan, temiz suya erişemeyen veya barına­madığı için okulu bırakan bir gencin olduğu yerde, o devasa bütçe rakamları sadece bir is­tatistikten ibarettir.

Vaatlerden 2.7 trilyonluk fa­iz yüküne

Eğitimdeki niteliğe veya öğ­rencinin yemeğine kaynak bu­lamayan bütçe, konu faiz lobi­leri olunca son derece cömert­tir. Geçmişte “faizle mücadele” vaadiyle çıkılan yolun sonunda, 2026 bütçesinin en büyük kara­deliği yine faiz olmuştur.

Bütçeden faiz ödemelerine ay­rılan pay tam 2.7 trilyon TL. Bu rakam, halkın cebinden, gencin kursağından alınıp sermaye sa­hiplerine aktarılan tarihin en bü­yük servet transferlerinden biri­dir. Gençler, bir öğün yemeği çok gören bu sistemde, kendi gele­ceklerini ipotek altına alan bu fa­iz yükünü sırtlanmak zorunda bı­rakılıyor.

Merkez Bankası yetmez: Bütüncül bir seferberlik şart

Bu tabloyu sadece faiz oranla­rını değiştirerek düzeltemezsi­niz. 1.9 trilyonluk vergi kıyağı­nın, 2.7 trilyonluk faiz yükünün ve “içi boş” eğitim bütçesinin ol­duğu bir yerde; gençlerin ruhun­daki kanama durmaz.

Sağlıklı, dinamik ve umutlu bir nüfus istiyorsak, bütüncül bir politika setine ihtiyacımız var.

* Gençlik ve Spor Bakanlığı, gençlere sadece beton spor tesis­leri değil, süreklilik ve devamlılık sağlayacak spor ve ahlak kültürü sunmalı.

* Milli Eğitim Bakanlığı, bütçesini sadece maaş ödemek için değil; temiz su, gıda ve nite­likli eğitim için kullanmalı. Hatta ailenin, anne ve babanın eğitimi­ne de kaynak ayırmalı.

* Aile ve Sosyal Politikalar, aileyi sadaka kültürüyle değil, hakkaniyetli paylaşımla koruma­lıdır.

Sonsuz oyuna davet

2026 yılı, Türkiye için haya­ti bir yılıdır. Ya "kısa yoldan kazanma" hırsıyla, vergi afla­rı, faiz rantları, alım satım hi­kayeleri, borsa manipülasyonları ve içi boş eğitim istatistikleriyle “Sonlu Oyuna” devam edip ahla­ki ve ekonomik çöküşü izleyece­ğiz; ya da “Sonsuz Oyuna” geçip, kaynakları insana, çocuğun bes­lenmesine ve nitelikli eğitime ya­tıracağız.

Franklin D. Roosevelt’in dedi­ği gibi: “Her zaman gençlik için bir gelecek inşa edemeyebili­riz; ama gelecek için gençliği­mizi inşa edebiliriz.”

Bugün yapmamız gereken tam olarak budur: Rakamları değil, gençliği inşa etmek. Çünkü an­lamını yitirmiş bir toplumda, en parlak bütçe rakamları bile, bat­makta olan bir geminin lüks ka­marasındaki ışıltıdan farksızdır.

Yazara Ait Diğer Yazılar